29 Aralık 2016 Perşembe

2017 numaralı yeni yılımız..

Ahmet TEZCAN

2017 numaralı yeni yılımız..

29.12.2016

Evet, 2016 yılı 15 Temmuz işgal girişimi ile tarihe adını yazdırmış oldu. Eşikten döndük unutmak mümkün mü? 2017 numaralı yıla girerken de yeni yılın ne numaralara gebe olduğunu bilemiyoruz?! Bir asır önceydi, sözde "birleşme, ilerleme ve özgürleşme" adına imparatorluğu İttihat ve Terakki Jönleri eliyle darmadağın etmişlerdi. Milyonlarca kilometrekarelik vatan toprağı bin bir entrika ile elden çıkmış, millet Anadolu'ya hapsolmuştu. İstedikleri "Yeni düzeni" kurmayı -Tek Parti iktidarıyla üstelikyarım asırda tamamlayamadılar. Kurdukları ruhsuz yapıyı yaşatmak için sayısız askeri darbeler yaşadık. Neler kaybettik saymak imkânsız. Ama en önemli hasarı ruhumuzda yaşadık; kırıldık, gücendik, örselendik.. Onca çabayla bir milleti sindirmeye çalışanlar, bunun imkânsız olduğunu 15 Temmuz'da gördüler. Milletin hafızası gelmeye başla dı. Bu müdahalelerin asıl nereden kaynaklandığını anlamaya başladık, sahiplerini de tanıyoruz. Ben burada 100 yıl öncesinden, tarihin tozlu raflarında kalmış sadece bir olayı aktararak okuyucuyu düşünmeye davet etmek istiyorum.

***

Sultan Abdülhamit vardı tahtta, fitne ateşini yakanlar "İstanbul'un sokaklarında nehirler gibi kan akıtmayı" planlamışlardı. Düzmece Hareket Ordusu ile meşrutiyetin ilanına muvaffak oldular. İngiliz sefiri Sir Nicholas O'Connor bunun için büyük mücadele vermişti, ömrü yetmedi, ihtilâldan 4 ay önce öldü. Yerine gelen Sir Gerard Lowther'i kahramanlar gibi karşılayan "Jön Türkler", yeni elçinin arabasının koşumlarını çözüp "şükran nişanesi" olarak atların yerine kendileri geçtiler ve arabayı elçiliğe kadar kendileri çektiler. Bugün de durum değişmedi, bizi zorlayan Batı değil, onların arabasına koşumlananlardır.

***

Evet, dünyamız güneşin etrafındaki 939 milyon km.lik eliptik yörüngesini cumartesi günü tamamlayacak. Dünyamız bunu 365 günde tamamlamak için saatte 108 bin km. hızla koşuyor. Hızı sabit değildir, gündönümüne göre değişir. Beni en çok etkileyen dünyamızın 23 derecelik eğimidir. Stephan Hawking gibi uzayla düşünenler de buna bir türlü akıl erdirememekte ve "Milyarlarca yıldır, mavi gezegenin bu hızla, bu şekilde dönüp durmasıyla "yaratılış" fikrine yaklaştıklarını itirafa mecbur kalmaktadırlar. Evet, öyledir.. Güneşe değildir bu eğilme, rükû, secde veya selamlama babında "OL" emrinin sahibinedir ki baharları, yazları, türlü iklimleri ikram etmektedir bizlere. 2017 numaralı yeni yılın daha az acısız, ağıtsız olmasını diliyorum, iyi seneler...

gazete

22 Aralık 2016 Perşembe

Sabah Ankara 12 yaşında

Ahmet TEZCAN

Sabah Ankara 12 yaşında

22.12.2016

Sabah Ankara başkentin ilki idi, elimize doğmuştu adeta, 12 yaşına gelmiş.
"Maşallah" deyip daha nice uzun yayın yılları dilemek düşer bizlere. O yaşadığı sürece biz yazar mıyız bilemem, "ya nasip" der devam ederiz. Zaten ısrarla ve istikrarla şimdilik devam ediyoruz, bundan sonra da öyle yaparız inşaallah. Takipçilerimiz bilir, Sabah Ankara çıkmaya başladığından bu yana bu sütunlarda yazıyoruz, yerel-genel demiyor her konuya nefes veriyoruz. Gelişen teknoloji bizi buna mecbur ediyor. Dünyanın öteki ucunda da olsa internet ortamında her türlü yayın organını izlemek mümkün hale geldi. Gelinen noktada iletişim ve habercilik sahası da çok değişti; hızlandı ilerledi ve çok gelişti. En fazla 10-20 yıl sonra belki bambaşka bir hal alacak, kim bilir?!

***

Ne diyordu Üçüncü Dalga'nın Fütürist yazarı Alvin Toffler; Learn, Unlearn, Relearn.. Yani "öğren, unut, yeniden öğren.." Başka bir şey daha söylüyordu Toffler: 21. yüzyılın cahilleri okuma yazması olmayanlar değil; öğrenmeyi, unutmayı ve yeniden öğrenmeyi beceremeyenler olacaktır.
Haber ve fotoğrafları kâğıt üzerine basmak suretiyle yapılan, matbuata dayalı gazetecilik en fazla 10 yıla kadar 'The End' diyecektir.
Nitekim ABD'li gazetelerinden Washington Post, son basılı sayısının 1 Ocak 2023 tarihli olacağını okuyucularına duyurdu. Bu tarihten sonra bu ülkede kâğıda basılı belli başlı gazete kalmayacak. Nostaljik duyguyla çıkarılacaklar müstesna.. ABD ile sıkı teması olan bir dostum, Denver'da 100 yıllık bir gazetenin yayın hayatına son verdiğini anlattı.

***

Sebep, kâğıt tüketimi, orman varlığı, çevre filan değil, her şey hızla elektroniğe kayıyor.
Gazetelerin kâğıt baskıyla çıkmaya son vermek istemelerinin sebebi de bu. Kâğıt tüketimi de azalmıyor artıyormuş üstelik.. "KULLAN AT" mantığı her türlü malzemeyi kâğıt türevlerine yönlendiriyor. Tüketimi tırmandıran kitap, defter, gazete, mecmua da değil..
Temizlik ve ambalaj kâğıtlarında müthiş bir tüketim patlaması yaşanıyormuş.. Kâğıt sanayi küçümsenecek bir pazar değil.. 400-500 milyon tonluk bir

***

Sabah Ankara'nın yaş gününden konuyu buralara getirmişken bir araştırma konusuna da dikkat çekmeden geçmek istemiyorum.
Uluslararası Haber-Medya Pazarlama Birliği INMA verilerine göre; G 7 ülkelerindeki günlük gazete satışları 2000 yılından sonra kademeli olarak düşmüş... Biz Sabah Ankara'mıza uzun ömürler, yayın ve yapımındaki arkadaşlarımızın da başarılarının devamını diliyoruz.

gazete

15 Aralık 2016 Perşembe

Tasavvuf kültürümüz

Ahmet TEZCAN

Tasavvuf kültürümüz

15.12.2016

Ülkemiz, çevremizde yaşananlar yüzünden savaş halinde sanki, gün geçmesin ki bir büyük acı yaşanmasın. Bu günlerde Konya'da da abide insan Mevlâna için anma törenleri gerçekleştiriliyor. Çağa inat çağlar ötesinden sevgiden, sevmekten, yaşatmaktan bahseden bir aşk adamı için törenler düzenleniyor. Savaş tamtamları bu kadar yüksek perdeden vururken ne yazık sevginin sesi kısık kalıyor.
O doğumunda Celâleddin idi yalnızca, ama yaşadığı ve yaşattıklarıyla Mevlâna oldu.
***
Bugün "Mesnevî" diye bir kitap varsa bunu Çelebi Hüsamettin'e borçluyuz. Mevlâna'yı ve ölümsüz eseri Mesnevî'yi yazmasında en önemli amil o olmuştur. Mesnevî, Mevlâna'nın muhtelif yerlerdeki söylediği sözlerdir, o söylemiş Çelebi Hüsameddin yazmıştır. Her cilt tamamlanınca yüksek sesle Mevlâna'ya okumuş, beyitler gözden geçirilerek bizzat kendisi tarafından da düzeltilmiştir.
Şems Tebrizî'yi de burada unutmamak gerekmektedir. O, Mevlâna'nın yakın dostu, kimine göre hocası ve can arkadaşlarındandır.
***
Şems'in de son derece keskin görüşleri var. Her ne kadar "Hoşgörü" ile birlikte anılsa da Mevlâna da İslâmî konularda asla tavizkâr olmamıştır. Onlar katıksız, katkısız, tavizsiz tam bir Müslüman'dırlar. Ve fakat ikisi de eleştirilmekten kurtulamamışlardır.
Bir sevincin, bir mutluluğun yahut bir ağrının anlatılması nasıl mümkün olabilir. Mevlâna'yı anlamak ve anlatmak öyle bir şeydir.
İnanan olursa ancak anlaşılırsın, ama ağrıyı çeken sen olmaya devam edersin. Yüzmek, bisiklete binmek nasıl kitaptan öğrenilemezse hayata aktarılmadığı sürece Mesnevî'yi de anlamak mümkün olmaz. Başka söze gerek yok, sadece "okuyucu, hikayeci" olunur o kadar.
***
Mevlana "Gel" diyor..
Bu çağrıyı yaparken Hz. Pîr insanları nereye, Konya'ya mı çağırmaktadır? O gel derken insanı kendine, insanın kendine gelmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bir bakıma "hey, kendine gel.." demektedir yani..
Ve Mevlâna, "Dinle" diyor..
26 bin beyitlik Mesnevisinde kelime olarak ilk sözdür bu. Mevlâna'nın da insanlığa başlı başına büyük bir mesajıdır sanki.. Çünkü hep söyler olduk, herkes söylüyor.
Düğün de dernekte sahneye çıkan derviş kılıklı insanlara da değinmeden edemem. İki dönüp paralarını alıp ayrılıyorlar ama ne tür bir kabahat işlediklerini bilmiyorlar.
Müdahale edecek maalesef ne bir kimse ne de bir makam var. Gıda olsa zabıtalarla denetime çıkanlar burada nedense müdahale etmedikleri gibi teşvikkâr oluyorlar. Yüzlerce yıllık tasavvuf kültürümüzün Ramazan pidesi kadar hükmü yok.

gazete

1 Aralık 2016 Perşembe

Bir öncekini kim hatırlıyor?

Ahmet TEZCAN

Bir öncekini kim hatırlıyor?

1.12.2016

Adana Aladağ'da 12 yavrunun yanarak hayatlarını kaybettiği faciadan öncekini bilmem hatırlayanımız var mı?! O zaman da 16 kız çocuğumuz yine yanarak can vermişlerdi. Konya'daki o olay medyaya "Kız öğrenci yurdunda facia" başlığıyla şöyle yansımıştı, hatırlatmak babında aktarıyorum: Konya'ya 160, Taşkent'e 20 kilometre uzaklıkta Balcılar Kasabası Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği'ne ait Boğaziçi Özel Öğrenci Yurdu'nda saat 04.00 sıralarında patlama meydana geldi. Patlamanın hemen ardından 3 katlı binanın büyük bölümü gürültü ile çöktü. Ve haberin ayrıntılarında; enkaz altından 3'ü ağır 27 yaralının çıkarıldığı 16 kız öğrencinin de cenazelerine ulaşıldığı yazıyordu. Haberden arama kurtarma çalışmalarına Karaman, Aksaray ve Konya'dan gelen Sivil Savunma, İtfaiye ve 112 Acil Servis ekiplerinin katıldığını öğreniyoruz, üç öğrenci de enkaz altından sağ çıkmış ve askeri helikopterle acilen Konya'ya yetiştirilmiş, diğer yaralılar da çevre hastanelerde tedavi görmüşlerdi..

***

Şimdi o faciada ölümden kurtulanların akıbetleri ne oldu, 8 sene sonra nasıl bir hayat yaşıyorlar merak eden var mı, gazetelerden ilgilenen olmuş mu? Bu soruların cevabı asla evet değildir. Ölüm inanan insanlar için korkunç değildir. Benim en korktuğum ölümün yanarak olmasıdır. Allah korusun yanmak çok ürpertici ve hele yanmak ve ölmemek bence daha da çok korkunç. Hele kız çocuğu olarak böyle bir akıbete maruz kalmayı düşünemiyorum. Konya'daki faciayı çoktan unuttuk, yakınlarından başka hiç kimsenin hafızasında 2008 Ağustosunda, yani 8 sene önce yaşanan olayın kırıntısı bile kalmamıştır.
Göçüğün nedeni mutfak ve banyo bölümüne giden LPG borularındaki gaz kaçağıydı. Sorumlusu var mıydı, kimdi, ne ceza aldı, patlamadan sonra, o bina yurt olarak görev yapmaya devam etti mi, ettiyse o borular yenilendi mi diye de sormayacağım, gereği de yok zaten. Bildiğiniz gibi yapın diyorum ve Konya'daki olayı kapatıyorum. Hele o yangında ölenlerin yakınlarını, ölmeyenlerin durumunu öğrenmeye hiç cesaretim yok. Akıbetin dehşetini tahmin ediyorum.

***

Şimdi yenisine Adana'daki yavrulara üzülüyorum, onlar kadar olmasa da içimin yandığını hissediyor, gözyaşlarıma mani olamıyorum.
Olayı yalnızca FACİA kelimesiyle geçiştirmenin ve anlatmanın mümkün olmadığı gibi duygularımızı da kelimelere dökemiyoruz.
Çocukların akıbeti karşısında yumruk gibi bir şey boğazımızda düğümlenip kalıyor.

gazete