27 Ocak 2016 Çarşamba

Kar beyaz olunca

Ahmet TEZCAN

Kar beyaz olunca

28.1.2016

Kar beyaz olunca hayatlar beyaz olmuyor, biz bu mevsime KARAKIŞ demeye devam ediyoruz.
Bembeyaz mevsimi karartan şüphesiz karın beyazlığı olamaz. Beyaz mevsimi karartan çetin şartlardır. Şimdi düşünsenize minicik yavrularıyla başını sokacak yer arayan bir göçmen ailesini..
Elimizin tersiyle ittiğimiz nice şeyler onun için bir nimettir.
Bizim çocukluğumuz dede-torun üç neslin bir arada yaşadığı büyük aile içinde geçti.
Oyuncağımızı kendimiz üretir kardan kıştan keyif alırdık. Ne GDO vardı ne hormon, düz damlı evlerdi evlerimiz, her kar yağdığında damları kürenirdi. Çocuk olarak en çok buna sevinirdik. Bahçe ortasına yığılan kardan ev yapıp içine yerleşirdik.
Çok masalsı gelirdi.
***
Eskilerin kış mevsimini tarifleri de masalsıydı, iklimi gibi bir başka olurdu.
Koca seneyi "Kasım ve Hızır günleri" diye ikiye bölmüşler mesela.. Buna göre kış devresi 8 Kasım'da başlıyor, 6 Mayıs'ta Hıdırellez`le de yaza giriliyor. Kasımın 46'sında "kırk gün" anlamına gelen "erbain" başlıyor, 86`sında da elli günlük "hamsin".. Kışın en soğuk zamanı genellikle bu 90 günlük sürede yaşanıyor. Kasım ortalanıp yüz gün geride kaldığında zorlu kış günlerinin de sona erdiği düşünülüyor.
Bu takvime göre bugün kasımın 36'sı, yani kara kışın gerçek yüzünü göstermesine hesapta daha 10 gün var. Rûmi takvime göre de bugün "teşrini sani" yani ikinci teşrinin son günü, yarın "kanun-u evvel" giriyor..
Ecdat uzun seneler bu tabirlerle günlerini belirlemiş, 1925 Aralık ayında da şimdiki takvime geçmişiz. Gençlere kulak dolgunluğu olsun diye anlatıyorum.
***
Bu bembeyaz mevsim, niçin "kara kış" dedim hep merak ettim. Dedim ya bu "kara kış" nitelemesi, pencerenin önünde, kalorifer sıcağında, dışarıda lapa lapa yağan karı seyreden şehir insanı için değildir elbet..
Kapımıza kadar ekmeğimiz, damacanayla suyumuz gelir, aidatı ödeyebildikten sonra şehirde kalorifer sıcağında kışı geçirmek pekâlâ mümkün. Ankara'nın çoğu aylıklı çalışan insanlar, "daireye" diye evden ayrılır, akşam "Neredesin?" diye sorana da "daireden" diyerek eve dönülür.
Mutfakta bir masa, emre amade bir anne, kim ne zaman eve dönerse karnını doyurup odasına çekilir. Herkes kendi televizyonunda ve kendi dünyasında olur. Hele karı-koca çalışan aileyse vay o evin haline, onların durumu ötekinden beter, ne yazı çekilir ne de kışı..
"Kadına çalışma hakkı, İşgücüne katılım, pozitif ayırım..." vs parlak laflarla kadınları evden, kocadan kopardık, evler hanımsız, çocuklar annesiz kaldı, "anne işe çocuklar kreşe" olduk..
Analı-babalı ama öksüz ve yetim şehir çocukları adeta, ağıtlarıyla her sabah yürek paralıyorlar. Babanne yok, dede yok bakıcı kadın elinde ruhlarını hırpalıyorlar.
Köy hayatına yeniden imrenir olduk bu yüzden. Koyunu, ineği eşeği, köpeği çocuklar AVM'lerde, pet-shoplarda değil, gerçeğini görsün, tanısın istiyoruz.
Hep söylerim; şehirde yaşıyoruz ama ruhumuz köyde.. İnsanlarla bu koca şehirde zorunlu beraberlik sanki?!

gazete

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ulus tamam ya Kocatepe?!

Ahmet TEZCAN

Ulus tamam ya Kocatepe?!

21.1.2016

Ulus değişiyor, büyük ölçüde değişti bile… Anafartalar Çarşısı ile birlikte devasa devlet yapıları yıkılır, heykelin çevresi boşaltılır, tarihi doku ortaya çıkarılırsa değişim tam anlamıyla gerçekleşmiş olacak.
***
Şehri gösteren ve görkemli kılan meydanlardır. Ankara'da meydan yok. Batı'da meydanlar otoriteyi işaret eder, otorite de ya dini bir yapı olarak muhteşem bir mabet veya emsalsiz ihtişamıyla kralın sarayı ile temsil olunur.
Çünkü onlarda toplumun omurgasını bu kurumlar oluşturur.
Bizde böyle bir şey yok; toplumun omurgası esnaf ve sanatkârlardır, ahlakî umdeleri de adeta bir derviş hayatı. Köşede asmalı bir mescit, az ileride bir tekke veya dergâh, hepsi bu.
***
Lafı eğdik büktük, bir türlü Kızılay'a gelemedik. Kızılay da Ankara'nın kalbidir ve bir de kocaman Kocatepe'si var.
Ben başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere Başbakan'ın ve Vakfın da başkanı olması sıfatıyla bilhassa Diyanet İşleri Başkanımız'ın Kocatepe'ye, Başkent'in muhteşem simgesi Kocatepe Camii'ne dikkatlerini çekmek istiyorum. Kocatepe, adına uygun muameleden maalesef bir süredir mahrum kaldı. Ulus gibi Kocatepe'de de acilen bir çevre düzenlemesi elzemdir. Kocatepe Camii nirengi alınarak bunun yapılması hayati önem taşıyor. Bir kere buradaki Düğün Salonu, alttaki kafeler ve tüm müştemilatıyla -saat kulesi dâhil- yeryüzünden kaldırılmalı ve camiye bir nefes aldırılmalıdır.
Araştırılırsa zaten camiyi perdelemek için bu yapıların yapıldığı ortaya çıkacaktır.
***
Sorumlulara "Ne oldu?" diye sormayın bu caminin zaten sorumlusu da kalmadı.
Otopark çetesinden kurtulduktan sonra şimdi de Vakfın sorumsuz, özürsüz inşaatlarından cami çevresi yaşanmaz haldedir.
Caminin kadrosu dağıtıldı. 7 yıldır halıları yıkanmayan bir cami düşünülebilir mi?
Aydınlatması, ses düzeni her şeyi bir SORUMLU EL bekliyor Kocatepe'nin.
Caminin önünde camiye nasıl ve nereden girileceği soruluyor düşünebiliyor musunuz? Nedeni alışveriş merkezi öncelikli bir yapı öngörülmüş. Bir trilyona asansör yaptırıp kullandırmadılar yıllarca. Velhasıl yürüyen bantlarıyla kolayca camisine girilebilir, cemaatine oturacak, bir yudum çay içilebileceği mahalleri olan ferah bir düzenleme bekliyor Kocatepe. Valilik ve Büyükşehir Ulus'daki gibi inisiyatif alıp master bir plan çerçevesinde burada da acilen köklü bir çalışma yapmalıdır.

gazete

13 Ocak 2016 Çarşamba

Ama gel gör ki...

Ahmet TEZCAN

Ama gel gör ki...

14.1.2016

Ulus'un çehresinin değişmesi ihtiyacı, bugünkü yazımın konusuydu.
Ama gel gör ki son terör olayları o eski semtin değil, 'Ulus'un, 'Ulusal'ın sorunsalına kaydırdı konuyu! Yani ulusallaşmada bir problematiğimiz var! Ne söylemeye mi çalışıyorum?
Millet olarak bu zırvaları bu lisanla her akşam televizyonlarda, kendine "aydın" diyen bir kısım zevattan dinleyip duruyoruz fakat bir şey anlamıyoruz.
Zaten onlar da anlaşılsın istemedikleri için böyle konuşuyorlar.
Şu bin küsur akademisyen bildirisi sadece devletin değil, milletin de tepesini attırmış bulunuyor. Cumhurbaşkanı'nın feveranı boşuna değil, bunun yansımasıdır. Bu bildiri "Aydın" değil gerçekten kapkaranlık bir güruhun hezeyanıdır sadece. Ama behemahal bir bedel mutlaka ödenmeli, ödetilmelidir.
***
Hani Azerbaycan için söyleriz ya "Bir millet iki devlet" diye.. Türkiye için, içimizdeki yapı için de aynı akıl yürütmesinden hareketle şöyle denmeli her halde: BİR DEVLET İKİ MİLLET! Çünkü gerçekten bu memlekette Edirne'den Van'a kadar KURUCU UNSUR olarak bilinen Anadolu halkının, Anadolu anlayışının ötesinde; ne idiğü meçhul, kim oldukları ancak kendilerinden menkul bir sürü insan yaşıyor. Hem de TEK MİLLET olarak yaşıyorlar. Boşuna söylenmemiş "Küfür Tek Millettir" diye..
Gerektiğinde böyle bini bir araya hemen toplanırlar. Gerekmese de "insiyaki" olarak bir arada dururlar bunlar, ne bayramında ne seyranında hiçbir şekilde bu millete dâhil olmazlar, olamazlar. Adlarının Ahmet, Mehmet olması da sizi yanıltmasın, üç göbek ötesi Kirkor'dur, Kohen'dir, Niko'dur bunların. Gerçek Nikolar, Kevorklar, Moşeler Anadolu halkı olarak memlekette zaten aynı adla hayatlarını sürdürüyorlar. Onlarla bu milletin hiçbir sıkıntısı da yok, milletin ta kendisi onlar. Kimileri için "Kripto" diye boşuna denmiyor, bizim esas derdimiz kriptolarla...
Tarihin her döneminde bu böyle olmuştur.
***
Araştırmacı - Yazar İsmail Hacıfettahoğlu ile konuşuyoruz.
Sohbetin ortasında kalktı bir kitap gösterdi. Raymond Kevorkyan'ın, ERMENİ SOKIRIMI yazıyor üzerinde.. ("SÖZDE" filan demiyor, düpedüz SOYKIRIM!) İyi de; karşı tez olarak böyle bir kitabı Ermeni dilinde, Erivan'da yayınlayabilir misin? Can alıcı soru bu, dene istersen?!

gazete

6 Ocak 2016 Çarşamba

Anadolu hep sığınak

Ahmet TEZCAN

Anadolu hep sığınak

7.1.2016

Bizim bu köşeden dünyaya, Türkiye'ye, olaylara, insanlara bakarken tek düşüncemiz var: O da memleketimizin, milletimizin yararı... Adalet duygusuyla ama mes'uliyetle olaylara, insanlara bakıyor ve değerlendirmelerimizi ona göre yapıyoruz.
Ne yapacaktık ki; biz bu memlekette doğduk, büyüdük. Dini, içtimai, kültürel birikiminden beslendik.
Başka türlü olması da beklenemez. Bir başka coğrafyada muhayyel ne toprağımız, ne bayrağımız var. Bu manada bir ideal de beslemiyoruz.
Mirasçısı bulunduğumuz yapıyı aklımızdan hiç çıkarmadan bilgimiz, görgümüz, duygumuz istikametinde olaylara bakıyor ve değerlendirmelerimizi yapıyoruz, hem de KUŞBAKIŞI bir açıyla.
Yazdıklarımıza ileri geri konuşanlara cevap olsun bu, şimdi son duruma gelelim.
***
İşte bölgedeki iki güç, bir idam meselesinden Şiilik ve Sünnilik adına ayağa kalktı ve herkes endişeye düştü. Ne olur, savaşırlar mı? Asla! Ama etkili oldukları gruplarla yani velayetler eliyle bölgede zaten hükmünü sürdürmekte olan gerginliği artırmaya devam ederler. Kim mani olacak bu tehlikeli tırmanışa? Bütün bunlar Türkiye'yi bölgede güçlü olmaya mecbur kılıyor. Nitekim 40 yıllık husumetten sonra ilk kez Ahmedinecat ile Kral Abdullah'ı Riyad'da bir araya getiren Türkiye olmuştu, unutuldu. Ambargo altında bunalmışken Laricani'yi Batı ile buluşturup İran'a nefes aldıran da Türkiye'ydi.
Örnekler artırılabilir. O iklimi sürdüremediler, biri Sisi'yi besledi, öteki Esed'in yangınına odun taşımaya devam ediyor. Sürdürselerdi bugün Kuzey Afrika dâhil tüm coğrafyadaki mazlum halklar mülteci durumuna düşmeyecek, körpe bedenler batık teknelerden sahillere vurmayacaktı.
***
Türkiye hep doğru yerde durdu. Tarihi misyonuyla müdahil olmaya mecburdu.
Anadolu meskûn bölge, her türlü dini etnik grupla da anlaşır. Zalimlerden kaçanlar hep Anadolu'ya sığınmışlardır. Yeter ki ihanete uğramayalım. Sırf ihanete uğramamak için güçlü olmak zorundayız. Batı'nın oportünizmi bölgeyi ne hale düşürdü açıkça görülüyor. İsrail başta herkes aklını başına almalıdır.
Doğrudan, dolaylı müdahaleler bize ciddi rahatsızlık vermektedir. Başkasının ağzıyla konuşanlarsa yalnızca ihanete katkı vermekteler. Güneydoğumuzda olan nedir?
Kürtlerle ne alâkası var bunların?
Şu iyi bilinmelidir ki Türkiye, son asırda hiç olmadığı kadar güçlüdür. Memleketi karıştırmaya kimsenin gücü yetmez. Yabancı seralarda özenle yetiştirilmiş nevzuhurlar da utanmazlar belki ama yarın kaçacak delik arayacaklardır, unutmasınlar.

gazete