30 Aralık 2015 Çarşamba

ODTÜ'lüler tezgâha gelmez

Ahmet TEZCAN

ODTÜ'lüler tezgâha gelmez

31.12.2015

Olumlu olumsuz tüm yaşananlarla 2015'i de tarihteki yerine yolluyoruz. Yarın yeni bir yıl, devralınan sorunlar itibariyle dünyada kuvvetli bir UMUT beklentisinde bulunmak zor.
Cesedi sahile vuran çocuklar her şeyi anlatmaya yetiyor.
Ama bizim temel inancımız ÜMİT-KORKU arasında bir beklentiyi esas alıyor. Tümüyle umutsuz olmak, korkularımızla yaşamak zaten insanın tabiatına da aykırı.
2015'in, biri tekrar olmak üzere en çok İKİ GENEL SEÇİM ile anılacağını düşünüyorum.
Haziran seçimi sonrası Meclis'te oluşan aritmetikle 20 ayrı hükümet alternatifi mümkünken, olmadı. Seçimin tekrarına gidildi. Sadece bu durumun yani bunca alternatife rağmen hükümet kurulamayışını münhasıran incelenmeye değer buluyorum.
Siyaset bilimiyle uğraşanlar, sosyo-politik alanda çalışanlar bunu behemehâl incelemeliler.
***

Bir ülkedeki siyaset yelpazesi bu kadar ayrı-gayrı olamaz. Her zaman bir asgari müşterek bulmaya mecburuz. Şu parti ile bu partinin "uçurum" denilebilecek görüş ayrılığı içinde olmaları o ülkenin geleceği için sağlıklı değil.
Bu ülkenin insanı olarak, sorunlara çözüm bulmak üzere siyasete soyunmuşsan asgari müşterek sınırlarını bileceksin.
Nedir bu?
Bayrağımız, İstiklal Marşımızdır, ülkenin bölünmezliğidir, ortak tarih ve ortak sorumluluklarımızdır.
Bu millet "Özyönetim" filan gibi densizlikleri demokratik haklar vs ile izah edip içine sindiremez. Herkes haddini hududunu bilmek zorundadır, bilmeyene bildirirler.
Bu her memlekette böyledir.
***

2015'in bu sütundaki ilk yazısı Bilkent'teki Doğramacı Camisi olmuş. Bu yılı ODTÜ'deki mescit tartışmalarıyla kapatırken konu hakkındaki görüşlerimi belirtmeden geçemeyeceğim.
ODTÜ sıkça uğradığım, ilgilendiğim bir eğitim kuruluşudur. Nasıl ilgilenmem, ülkemizin gözbebeği okullarından biridir ve uluslararası alanda başarılarıyla ilk 100 üniversite arasında sayılmaktadır.
Ancak, okulun demokratik olgunluğu bu şöhreti ile bağdaşmakta mıdır? Bunu söylemek gerçekten güç. Öyle olsaydı okulda mescit kavgası hiç olmazdı, şöhretine uygun bir ibadet mahalline de çoktan kavuşturulmuş olurdu.
Ben onları "solculuğunuz daha ağır basıyor" diye bu sütunda eleştirmişimdir. Fizik bölümü duvarlarında en radikal görüşler afiş, bildiri vs ile kendine yer bulabilirken İslâm adına en ufak bir aksiyon hemen tepki görmektedir. Niye peki?
***

Ha, Mescit tartışmasında ODTÜ'ye yüklenmeyi da haklı bulmuyorum. Dayağa varacak tepki ve bunu videoya çekerek "Müslümanları dövüyorlar" şeklindeki sosyal medya yaygaralarını da sorumsuzca verilen demeçler kadar haksız buluyorum. Aynı gün bir sorumsuz da "Hacettepe'de ezan susmayacak" diye demeç verdi.
Rektör seçimleri arifesinde bunların olması düşündürücüdür.
ODTÜ'yü kümse provoke edemez, ODTÜ'lüler de provokasyona gelmez. Gelmemelidir de.. Orada uydu, uzay çalışmaları yapıldığını, savunma projeleri üretildiğini biliyorum. Orası bir bilim yuvası, bu onlara yakışmaz ve şöhretlerine de gölge düşürür.
Her şeye rağmen 2016'nın hayırlı, olumlu bir yıl olmasını diliyor, hepinizin yeni yılını kutluyorum.

gazete

23 Aralık 2015 Çarşamba

Büyük tehlike!

Ahmet TEZCAN

Büyük tehlike!

24.12.2015

Humeyni İran'da iktidarını bir anda kurmadı, uzun zaman aldı, onun da bir üst aklı muhakkak vardı. (Dr.
John Coleman,"300'ler Komitesi" sayfa 113) Batı, Humeyni'yi
iyi tanıyordu, biz de.. İran'dan sürgün edilince 60'lı yıllarda ülkemize gelmiş, Bursa'da istihbarat albayı Ali Çetiner'in evinde kalıyordu, ev de İstihbarat binasının bir soluk ötesinde.. O zaman tanındığı adıyla İranlı Hoca'nın Türkiye'de kalıcı olmadığı belliydi, Fas vizesi alıp ülkemizi terk etmekti Hoca'nın arzusu. Batı, işine yarayacağını düşündüğü herkesi izler, sonuna kadar da kullanır.
***
Fas yerine Fransa çıktı İmam Humeyni'nin talihine. Birdenbire Avrupa'da ve dünyada büyük itibar gördü, boy boy fotoğrafları, dizi dizi röportajları yayınlanıyordu. İmam Humeyni imzalı bildirileri de ABD'nin Tahran büyükelçiliği aracılığıyla el altından hedef kitleye ulaştırıldı.
Netice, "Hocam Tahran hazır" denilince Air France tahsisli uçakla ülkesine dönen Humeyni, Azadî meydanındaki heyecanlı kitleye ulaşmış ve Büyük Devrimi gerçekleştirmiş oldu.
***
17- 25 Aralık müdahalesi başarıya ulaşmış olsaydı belki bir benzerini Türkiye'ye yaşatacaklardı kim bilir?! Ülke yöneticileri kelepçelenip "Dönemin başbakanı" olarak yargılanırken bizim Hoca da Pensilvanya'dan THY uçağı ile yola çıkacak, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'na yerleşecekti. Hoca'nın avdetiyle oluşacak iklime, Show TV dâhil tüm kanallar Kur'an tilaveti ve ilahi yayınlarıyla uyum gösterecek, dünya medyasının köpürtmesiyle olay dalga dalga cihana yayılacaktı.
Büyük şaşkınlık içinde olayı anlamaya çalışanlar da Hoca'nın ilk Cuma namazı için Ayasofya'yı ibadete açtırmasıyla akıntıya kapılacaktı. Milyonların hayali değil mi kimin itirazı olabilir?
***
"Demokratik bir barış ortamı ve dindarlaşma" yaşayacaktık ama görünürde.
Türkiye, İslâm alemine de örnek gösterilecekti..
Kahire, Şam ardı ardına dostluk kardeşlik mesajları yayınlayacak, Tel Aviv dost başkentlerin en başında yerini alacaktı. Gerçekte, şimdilerde ÜST AKIL denen enternasyonal irade, Şii İmamla başaramadığını Sünni İmam'la, belki halifeliği de yeniden ihdas ederek deneyecek, başarırsa yalnızca Türkiye'yi değil, 2 milyara yakın nüfusuyla tüm İslâm âlemini sorunsuz teslim alacaktı. Ülkeyi yönetme insiyatifi elimizden çıkacak, her şeyi Hoca'nın arkasından onlar yönetecekti.
Çok zorlama bir komplo teorisi mi bunlar, yoksa büyük bir tehlikenin eşiğinden nasıl döndüğümüzün resmi mi? Gün geçtikçe olay daha iyi anlaşılacak gibi geliyor bana.

gazete

16 Aralık 2015 Çarşamba

Sağır odada kahvaltı

Ahmet TEZCAN

Sağır odada kahvaltı

17.12.2015

Özallı yıllardı, 80'li yılların sonu.. Sovyetler çözülmüş, Saddam'ın Kuveyt'e saldırması sonucu Körfez yine ısınmıştı. Gerilimin adı "Körfez Krizi"ydi, henüz savaşa dönüşmemişti. Ankara milletvekiliydi Göksel Kalaycıoğlu, Meclis'te fısıltıyla bana anlattıklarını unutamıyorum.
Yine Musul meselesiydi. Hiç gündemimizden düşmedi ki MUSUL…
***
Göksel Hanım, gecenin saat 3'ünde telefonu çalınca çok korkmuş. "Ahizeyi kaldırdım" diyor, Cumhurbaşkanımız Özal'ın sesi.. "Uyandırdım mı Göksel hanım" demiş, ardından Lozan Konferansı'ndaki Musul zabıtlarını sormuş. "Var efendim, bulurum" dedim diyor, Özal da Göksel hanıma sabah 7.00'de Çankaya Köşkü'nde kahvaltıya beklediğini söylüyor, tutanaklarla beraber. Göksel Kalaycıoğlu sadece milletvekiliydi o zaman ama çok tecrübeli ve araştırmacı bir vekil. Musul zabıtlarını niçin benden istiyor?" sorusu sabaha kadar Göksel hanımın kafasını kemirmiş; "Tutanaklarla beraber bu soruya da cevap aradım" diyor.
Sorunun cevabını bulmuş Kalaycıoğlu, sabahın ilk ışıklarıyla çantasında Lozan'daki Musul tutanakları olduğu halde Köşk'ün yolunu tutmuş. "Beni kapıda gülerek karşıladı" diyor, selamlaştıktan sonra el sıkışırken "Musul'a mı giriyoruz?" deyivermiş usulca.. Özal'ın mukabelesi çok ilginç; parmağını dudağına götürmüş "sus işareti" yapmış. Göksel hanım niçin sormasın o soruyu, Musul o günlerin de tartışılan konusuydu, "Genelkurmay Başkanı bunun için istifa etti" deniliyordu. Misak-ı Milli sınırlarımız içindeydi ama bir asırdır statüsü belirlenememiş bir vatan coğrafyasıydı.
Dolayısıyla tarih hafızamızda canlanıyor ister istemez; Birinci Cihan Harbi, sonuçları, Lozan Konferansı, Türkiye'nin kuruluşu, Cumhuriyet'in ilanı, Halifeliğin kaldırılması gibi can alıcı gündemin bir maddesi de Musul'dur, dolayısıyla Lozan'dır.
Birinci Meclis'in feshi, acele yenilenen İkinci Meclis'in ilk icraatı Lozan'dır ve dolayısıyla Musul'dur. Sadece bizimle ilgili değil, Yedi Cihan işin içindedir Lozan'da ama önce İngilizler.. Dünya haritasının üzerinde gözünüzü kapatıp bir yere parmağınızı basın; orada uluslararası bir mesele mutlaka vardır ve sebebi İngilizlerdir. Yatacak yerleri yok dünyada İngilizlerin!
***
Başbakanlık, Dışişleri, Genelkurmay hattâ Türk Tarih Kurumu dururken Musul zabıtlarını niçin Kalaycıoğlu'ndan istenir?
Köşk'te "Musul'a mı giriyoruz?"
deyince Cumhurbaşkanı neden "sus işareti" yaptı? Kahredici bir durumdur..
Özal Musul
zabıtlarını hangi kurumdan istese, okyanus ötesine kadar anında dış merkezler haberdar olacaktı. Türkiye'nin Musul meselesi 7 cihanı ilgilendiriyor çünkü.. Ajda'nın o şarkısı nasıldı? "Aman petrol, canım petrol/Sana sana.." Özal, cumhurbaşkanı olduğu Köşk'te "Sus" işareti yaptıktan sonra Göksel Kalaycıoğlu ile kahvaltısını Köşk'ün "sağır" odasında yapmış; "Konuştuklarımız duyulmasın" diye!
Ben yine de "Acaba?!" diyorum?!

gazete

2 Aralık 2015 Çarşamba

Devlet olmak…

Ahmet TEZCAN

Devlet olmak…

3.12.2015

Erzurumlu vatandaşın ekrana yansıyan "Allah Rusları pakliye" temennisi, insanımızın toplam duygusunun özeti gibi. "Paklemek" Anadolu ağzında "temizlemek, pak etmek" anlamındadır, malum..
Onları Allah'a havale ediyor Erzurumlu.. "Kim kimin dalından vurmuş?, uçaklarını sınırımızda niye uçurdiyrsen?" diye o güzel ağzı ile sorarken de Putin'e önemli bir şeyi hatırlatıyor..
Utanmayı.. Herkes görmek istediğini görür.
Bizim kültürümüzdür bu, en tabandan devlet ağzına kadar "Edep" denilen duygu yerleşmiştir, bir nezafet ve nezaket ihtiva eder. Rus uçağı vurulduğunda Genelkurmay'ın açıklaması; "Vurduk, düşürdük" şeklinde olmadı, "müdahale edildi" dendi, gurur kırıcı bir ifade kullanmamaya özen gösterildi.
***
Türkiye, Kuzey komşusuyla münasebetlerini güçlendirmek için büyük gayret gösterdi. Üşenmedim Rus-Türk ilişkilerine şöyle bir baktım, tüm ilişkilerin bir kronolojisini buldum. Bütün mesaj ziyaret, telefon görüşmelerine varana kadar tarihleriyle tek tek yer alıyor, kaynak da Rusya Büyükelçiliği... 2000 yılından bu yana Rusya-Türkiye arasında 238 münasebet gerçekleştirilmiş. Ben sadece telefonlara takıldım. Türkiye ve Rusya liderleri arasında 15 yılda toplam 25 telefon görüşmesi yapılmış.
Bunun 19'u Erdoğan ile Putin arasında olmuş. Son görüşme 26 Temmuz 2015 tarihli.. Putin ile yapılan bu görüşmede; iki lider, terörizm konusunda ilgili devletlerin uluslararası hukuka dayalı çabalarını birleştirmeleri gerektiğini vurgulamış. Sonra Dışişleri bakanları arasında 27 Ağustos tarihli bir görüşme olmuş ve ondan sonra ne Külliye'nin ne Kremlin'in telefonları bir daha çalmamış. En son Rusya-Türkiye yuvarlak masası toplanmış. 4 Eylül'de iki ülkenin girişimcileri Ankara'da B20 çerçevesinde bir araya gelmiş, TOBB ve Rus muhatapları (RSPP) ekonomi alanında işbirliği eylem planı imzalamışlar. Aynı çevreler şimdi de ilişkilerin bütün yükünü devlete bırakmamalılar. TOBB yöneticileri Rusları aramalı, "Ne yapıyorsunuz, aklınız başınızda mı?" diye sormalı.
***
Devlet olmak zordur, hele o iradeyi yansıtmak çok daha zor.. Sadece nüfus kalabalığı bunun için yetmez. Devlet iradesi, bütün kudret ve değerleriyle millet iradesinin bir yansımasıdır.
O halde Putin'in bu tavrı ve devlet aygıtını işletme şekli Rus milletini yansıtmakta mıdır? Biz onları Moskova Knezliğinden beri tanırız. Şimdiye kadar Ruslarla 13 kez savaştık ve onların "Kazandık" dediğinde bile kaybeden biz olmadık. Bu defa da öyle olacak, bu psikolojik savaştan galip çıkan Türkiye olacak.

gazete

25 Kasım 2015 Çarşamba

Hedef Türkiye

Ahmet TEZCAN

Hedef Türkiye

26.11.2015

Öğretmenler günü'nü kutladık geçen, o gün herkes konunun bir tarafından tutup duygusal, süslü, parlak laflarla bir şeyler söyledi ve geçti gitti.
Güne ilişkin bizim de sözümüz vardı, ben de 24 Kasım'ı bekledim "Günün anlam ve önemi" için.. Eski bir liseye komşuyum, dolayısıyla öğrencileri, öğretmenleri, okulu ve girip çıkan herkesi -servis şoförlerine kadar- yıllardır izliyor, gözlemliyorum.
Sadece bu gözlemle bile çok şey yazıp söyleyebilirim.
Hele EĞİTİM üzerine öğrenim görmüş biri olarak daha çok şey söylenebilir sanıyorum.
İnsanların okulla ilişkileri hiç bitmez. Önce kendi öğrenciliğimiz, sonra çocukların okul hayatı ve nihayet torunlar..
Bizim ikizler eğitim hayatlarının İLK ADIM kademesindeler. Arada onları okuldan alma görevi düşüyor bana da ve erkenden gidip bu defa onların okullarından gözlemlerimi sürdürüyorum.
***
Öğretmenler Günü'nde önce sokağa baktım.. Komşu lisenin üç bayan öğretmenini okulun az ötesindeki gözlemecinin önünde, mevsimin son güneşinde günün keyfini çıkarırken buldum. Büfedeki gazetelere bakıyormuş gibi yapıp konuşmalarına kulak misafiri oldum. Sigarasından derin nefes çekip kül tablasına bastıran orta yaşlı 'hocanım' konuttan, bankadan, krediden söz ediyordu.
Saçlarını meslekte ağartmış fizik öğretmeni komşum da; "Ne sanıyorsun?" diye başladı, "öğretmenliğin öldüğünü" söyledi.
Aylığı 3.000'i bile bulmuyormuş.
Söylemesine gerek yoktu, biliyordum, zar zor getiriyordu aybaşını. 'Hocam, bu meslek para işi değil' diyecek oldum, saygının, sevginin, kalitenin de kalmadığını hemen ekledi. "Kimseye bir şey söyleyemiyorsun" dedi, öğrenciye bile "yalvar-yakar" durumda olduklarını anlattı örneklerle... Çok etkilendim, üzüldüm Hoca'nın sözlerinden, sarıldım ayrıldım. Şaşırmış halde onu öylece bırakırken "Neden böyle olduk?" diye en netameli soruyu kendime sordum.
***
Çok oynadılar okullarımızla, öğretmen ve öğrencilerimizle. Hatta ilk evvel, kasten ve planlı olarak oynadıkları alanlardır eğitim- öğretim kurumlarımız.. Kim? demeyin sakın.. En az 100 yıldır bu memleketin dokusuyla, her şeyiyle oynayıp bizi imparatorluk sonrası kalan mülkümüzde AŞAĞILARIN AŞAĞISINA indirmek, bizi MÜSTEMLEKE yapmak isteyenlerdir.
İntikam için bunu yapmışlardır. Şimdi çevremizi yakıyorlar.. Irak, Suriye, Mısır'ı yangın yerine çevirenler, terörü besleyenler de onlardır.. Tek hedef biziz, hedef Türkiye..
Çünkü bu coğrafya, altıyla, üstüyle, içinde oturanlarıyla birlikte çok önemli, çok değerli..

gazete

18 Kasım 2015 Çarşamba

Kıbrıslılar da güven tazeledi

Ahmet TEZCAN

Kıbrıslılar da güven tazeledi

19.11.2015

Kıbrıs'ın kuzeyine yani 'Bizim Kıbrıs'a, KKTC'ye yaptığımız geziyi anlatmıştım son yazımda. Güney bize açılırsa oraya da gider, oradan izlenimlerimizi de aktarırız ama şimdiki halde buna müsaade yok. Lefkoşa'da Lokmacı kapısında bunu bizzat yaşadım. Gün gelir KKTC'ye girer gibi Güney'e de girer Kıbrıs'ı gönlümüzce dolaşırız umuduyla oradan ayrıldık. Beşparmak dağlarında Prof.
Salih Saner'in
koordinasyonunda Çam, Harnut, Alıç gibi envai türlü ağaçların arasında yürüdük.
Hani "TREKKİNG" diyorlar ya, onu yaptık. Kıbrıs'ın parlak güneşi altında, tertemiz orman havasını içimize çektik. ODTÜ'nün Kuzey Kıbrıs Kampüsünde görev yapan, Rektör Turgut Tümer başta, tüm akademik kadro çoluk çocuk yürüyüşteydiler sanki, çok keyif aldım. Doğayı, tarihi bilenlerle yürümek çok farklı bir duygu, çok da yararlı oldu. Ankara'da bunu sürdürmekte fayda var diye düşünüyorum.
***
Oraya kadar gidilir de KKTC'ye CAN SUYU olacak Asrın Projesi'nden bahsetmemek olur mu? Dünyada eşi benzeri olmayan bir usulle suyun Kıbrıs'a taşınması herkesi gururlandırdı. Bu noktada en büyük teşekkürlerden biri şüphesiz Orman Su Bakanı Veysel Eroğlu'nundur. Anamur Alaköprü'nün suları Geçitköy barajında birikmeye başlamış. Girne, Lefkoşa ve Gazi Magosa hattında borular da hızla döşeniyor. Kıbrıs'ta çatlamış topraklar suyun sesini duydu, münbit ovaların hasreti çok yakında bitecek.
Barajda biriken suyun dörtte birinin buharlaşma ve başka nedenlerle ziyan olacağı ilgililerce ifade ediliyor. Kaliforniya benzeri, "plastik toplarla baraj yüzeyi kapatılarak buharlaşmanın önlenmesi" usulü bizde de uygulanamaz mı, maliyetli mi olur diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü bin bir emekle götürülen suyun KKTC'deki değeri çok yüksek.
***
Beşparmak dağlarında bir mayının durdurduğu tankımızı gördüm. Askerimizin cüret ve cesaretinin sembolü olarak orada anıtlaşmış. Zor karşısında Mehmetçiğin neleri göze alabileceği dağların zirvesinde, geçit vermez ormanların arasındaki bu tankla çok daha iyi anlaşılıyor.
Sonra St. Hilarion kalesine çıktım, Salamis harabelerini gezdim muhteşemdi.
Buralar mutlaka ve tam anlamıyla turizme kazandırılmalı. Gazi Magosa'nın durumu beni yine üzdü. Burada ve tüm Kuzeyde bir tek çakıl taşından bile vazgeçilemez, durum onu gösteriyor, Kıbrıslıların da bu konuda Anavatan yönetimine güveni tam. Taviz başlarsa arkası gelmez, bu Anavatan'ı da yaralar.
Tam da "ezanın mahkeme kanalıyla susturulması" tartışmaları sürerken Lefkoşa'da Muhteşem Selimiye Camii'nde yatsı ezanını dinledik. Burası eski bir katedralden camiye çevrilmiş, 12.
Yüzyıldan
kalma, hayranlıkla seyrettik ve turistlerinin cemaatinden çok fazla olduğunu da fark ettik. Velhasıl KKTC'de herkes Anamur'un sularını beklediği gibi Türkiye'yi bekliyor, hem de her konuda..
Seçimden sonra Kıbrıslıların Anavatan'a duydukları güven de artmış.

gazete

11 Kasım 2015 Çarşamba

Kıbrıs nasıl anlatılır?

Ahmet TEZCAN

Kıbrıs nasıl anlatılır?

12.11.2015

Kıbrıs'ı herkes bilgisine ve ilgisine göre tanır. Kıbrıs, kadim kültüründe derin izleri olan Türkler için adeta sürekli bir mücadele alanı olmuştur. Bugün de durum değişmemiştir. Doğu Akdeniz'de iddiası olan bütün devletlerin de gözdesidir Kıbrıs. Hele son dönemde petrol ve doğalgaz ulaşım yollarının kontrolü ve her bakımdan son derece önemlidir. Ada, Süveyş Kanalı'nın ağzında "batmayan bir uçak gemisi" gibidir adeta…

***
Bizim gençlik yıllarımızın Kıbrıs'ı üçbeş isimle anılırdı. Papaz Makarios, aynı zamanda devlet başkanıydı. Kıbrıs'ı Yunanistan'la birleştirme (ENOSİS) idealiyle yandı tutuştu. General Grivas ile birlikte EOKA adıyla bir örgüt kurup birlikte kanlı katliamlara imza attılar. Merhum Karakoç'un "Ha Hasan'a ha sana" diye başlayan mektuplarını hatırlıyorum; "U'thant'ın, Giyani'nin suçundan /Galo Plaza'dan Barış Gücünden / Kıbrıs'a dünyanın öbür ucundan / Kalleşliğe gelenlerden haber ver" mısralarıyla günü anlatıyordu. "Uygar Batı"nın Kıbrıs'ta yaşattığı zulüm onlarca filme senaryo olacak zenginliktedir ama ciddi anlamda bir tanesi bile yapılmamıştır. Çünkü Yeşilçam MİLLİ olamamıştır.

***
Durup dururken değil, hafta sonu Ada'ya yaptığımız gezi nedeniyle gündeme aldık Kıbrıs'ı, faydalı da oldu. Yavru Vatan'ımızı birçok bakımdan yeniden tanıma fırsatı buldum. Şimdi uluslararası üniversiteleriyle büyük bir EĞİTİM ÜSSÜ oldu Kıbrıs. ODTÜ'nün de Kuzey Kıbrıs Kampüsü'yle ciddi bir eğitim faaliyeti içinde olduğunu gördük. 3000 civarında öğrencisi var ve yüzde 60'ı yabancı. Prof. Salih Saner, okulun Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Program Koordinatörü, çok renkli bir hoca.. Aslında başlı başına bir yazıda onun bu renkli kişiliğini anlatmak isterim, çünkü o, Erenköy direnişinin de kahramanlarından ve bir yazıya sığacak bir kişilik değil... Prof. Mahmut Parlaktuna vasıtasıyla onu tanıdım. Parlaktuna da ODTÜ'nün uzun süre Petrol ve Doğalgaz ABD Başkanlığı'nı yürütmüş, bilhassa TERMAL ENERJİ alanında adını duyurmuş önemli bir bilim adamı. Birlikte Beşparmak dağlarında uzun bir yürüyüşe katıldık. KKTC gezimiz bir yazıya sığmaz, haftaya Beşparmak yürüyüşümüzü, Adaya Cansuyu olacak asrın projesini, St. Hilarion tırmanışımızı, Lefkoşa ve Gazi Magosa izlenimlerimi anlatacağım.

gazete

5 Kasım 2015 Perşembe

İktidar tamam ya muhalefet?

Ahmet TEZCAN

İktidar tamam ya muhalefet?

5.11.2015

Bir millet ki ne zaman memleket bir darboğaza düşse engin sağduyusuyla işleri rotasına koymaktadır. Bu, sadece 1 Kasım'a mahsus değil, tarih boyunca böyle olmuştur. "Akl-ı Selim" dir bunun adı, sağduyudur.
Yeter ki milletin işareti sağlıklı yorumlansın, zemin ile birlikte zamanı da iyi yönetebilecek idareciler bulunsun. Mekân yönetimi değil, esas önemli olan zaman yönetimidir, zamanı yönetemeyenler devlet adamı olamaz, tarihe de damgalarını vuramazlar.
Ha, kimse 7 Haziran seçiminin isabetsiz bir karar olduğunu söyleyemez.
7 Haziran'da milletin sağduyusuyla ulaşılmış fevkalade arifane bir neticedir. Türkiye'nin bir günü bile çok değerlidir. 7 Haziran'la ülkenin 5 ayı ziyan olmuş gibi görünse de; istikbali için çok olumlu bir uyarı olmuştur. Neticede 1 Kasım, 7 Haziran uyarısının işe yaradığını göstermektedir.
***

İktidar çoğunluğu 7 Haziran'da elde etmiş olsaydı belki bugünkü kadar sağlıklı olamazdı.
İktidar sahipleri zamanla "iktidar körlüğü" diyebileceğimiz bir "görmez"liğe, bir "aymaz"lığa düşerler, kararlardaki isabetsizlikler çoğalır, "metal yorgunluğu" gibi iktidar sahiplerinde de bir "yorgunluk", bir "sıradanlık" oluşur, "alışkanlık" halini alır memleket yönetimi ve heyecan azalır.
Millet bunu gördü ve iktidar sahiplerinin gözündeki perdeyi 7 Haziran'da kaldırdı.
Memleketin yönetimine talip olanların heyecanını tazeledi.
Şimdi yapılacak iş; en iyi, en sorumlu, geleceği iyi okuyan, memleketin nasıl bir vetireden geçtiğini iyi bilen ve en önemlisi HEYECANI olan insanlardan bir kabine oluşturup yola devam etmektir.
***

Güçlü ve güvenilir bir Türkiye'nin ülke ve dünya barışına katkısı da büyük olacaktır.
Peki, çoğunluğu sağlamış bir siyasi iradeyle iktidar olmak mümkün mü?
Bu soru çok önemli...
Güçlü ve güvenilir olmak, gelişmeyi sürdürmek için iktidar çoğunluğunu sağlamış olmak yetmez... Sağlıklı bir muhalefetin kurulması da elzemdir ve zorunludur. Sağlıklı bir muhalefetle ancak tam iktidar olunabilir.
Türkiye'nin muhalefeti ise maalesef sağlıksızdır hatta YOK denilebilir. Özellikle Anamuhalefet'in durumu, Türkiye açısından vahimdir. Düşünebiliyor musunuz, Çankaya Belediye Başkanı kurşunlanıyor ve olay CHP'li bir gazetede tarafından sürmanşetten duyuruluyor?!.. Çok garip değil mi?
Kılıçdaroğlu, Pazar günü yanında aksayarak yürüyen Başkan'a "Hayırdır, neyin var, geçmiş olsun" demez mi? Demez, çünkü o her şeyi biliyor!

gazete

31 Ekim 2015 Cumartesi

Tercihim Türkiye olacak

Ahmet TEZCAN

Tercihim Türkiye olacak

31.10.2015

Son dönemece girdik, gerçekten bu son dönemeç; ya batacağız ya çıkacağız. Bu seçim bu milletin GÜVEN SEÇİMİ olacak, GÜVENLİK SEÇİMİ olacak. Bu seçim bizim sıradan siyasi kararımız, neticesi itibariyle sadece hükümet değişikliği getirecek bir tercihimiz olmayacak.
Bu seçim Türkiye'nin İSTİKLAL ve İSTİKBAL'ini tayin edecek.
***
İstiklal ve istikbal kelimeleri; yüzyılın başlangıcında YENİ TÜRKİYE Devleti'nin kuruluş ve kurtuluş mücadelesinde bayraklaşmış kelimelerdi. Mehmet Akif merhuma "Korkma" diye başlayan İSTİKLAL MARŞIMIZ'ı yazdıran duyguydu.. Koskoca imparatorluktan Anadolu'ya sıkıştırılmış bir milletin duygusuydu. Balkan savaşlarıyla 5 yılda 5 milyon insan kaybeden, 7 cephede iki nesil birlikte savaşan yorgun bir milletin duygusuydu. Yukarıdaki cümleyi günümüz karşılığıyla tekrar edersem bu seçim, yani pazar günü vereceğimiz karar Türkiye'nin İSTİKLAL yani BAĞIMSIZLIK, İSTİKBAL yani GELECEK kararı olacak.
***
Bugün de yeni bir Türkiye kuruluyor, milli bir yapı oluşturuluyor. Her ihtiyacını kendisi karşılayabilen, başkasına bağımlı olmadan 80 milyon nüfusun bu cennet coğrafyasında huzur ve barış içinde, onuruyla gururuyla yaşamasını sağlayacak bir gelecek oluşturulmaya çalışılıyor. "JUSMAT" veya "TUSLOG" gibi kelimeler yeni nesil için hiçbir şey ifade etmez.
Ama illaki bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken kelimelerdir.
Nedir biliyor musunuz JUSMAT; "Joint us military mission for aid to Turkey" cümlesinin baş harfleridir, Türkiye'ye yardım için ABD tarafından oluşturulan askeri kurulun adıdır. TUSLOG da; "The United States Logistics Group" cümlesinin kısa yazılışıdır.
Yani ABD'nin genellikle NATO üyesi ülkelerdeki güya askeri malzeme depolarıdır, küçük çaplı askeri üslerdir bir bakıma..
Başta Başkent olmak üzere İstanbul, İzmir ve birçok kentimizde yıllarca varlıklarını sürdürdüler, görevleri yalnızca askerlikle sınırlı da değildi. Bu kuruluşlarla kılcal damarlarımızda dolaştılar yıllarca.
Ne yapmamız, nasıl yapmamız, nasıl yaşamamız gerektiğini hep onlar belirlediler.
Biz kendi milli uçağımızı, yerli otomuzu, kendi ihtiyacımız olan her şeyi yerli ve milli kaynaklarla bu yüzden yapamadık, yaptırmadılar, "Biz veririz" dediler.
***
Onun için bu seçim iktidarla muhalefet arasında geçen sıradan siyasi bir mücadele asla değildir. Bu seçim, "vicdan-cüzdan" dengesinde değerlendirilecek bir seçim de değildir. Onun ötesinde bir anlam ifade etmektedir. Bu satırların yazarı 7 Haziran seçimlerinde "Benim oyum kendime" diyerek tercihini kullandı. Çünkü 7 Haziran Türkiye'nin kendi olma seçimiydi. Şimdi de durum değişmedi. Haber bültenlerinden sadece dış haberleri izlesek, bu cinnet coğrafyasında Türkiye'nin ne kadar KENDİ OLMAK, GÜÇLÜ OLMAK, MİLLİ OLMAK mecburiyetinde olduğu görülecektir.
***
Ayrıca Cumhurbaşkanlarıyla kavgaların neye mal olduğunu da gördük. Ben bu kavgaların bir daha yaşanmasını istemiyorum.
Ben Milli İstihbaratın, Güvenlik stratejilerinin bu ortamda değişmesinin yararlı olacağına inanmıyorum.
Netice olarak; Ben bu ortamda Türkiye'de yönetimin değişmesini istemiyorum. Muhalefetin de bu yapısıyla Türkiye'yi yönetebileceğine inanmıyorum.
Bu iktidar kötü ise benim tercihim "kötünün en iyisi" olacak.
Benim tercihim Türkiye olacak.

gazete

22 Ekim 2015 Perşembe

Gerçek ve algı

Ahmet TEZCAN

Gerçek ve algı

22.10.2015

Dostlar göndermişler, bir akademisyen tarafından kaleme alınmış nefis bir yazı, internet sitesiyle sınırlı kalsın istemedim, paylaşmak istedim. "Altı üstü bir seçmenim, abartmaya gerek yok" diye başlıyor Yrd. Doç.
Ömer Antalyalı'nın
yazısı, "Genel seçimden daha önemli bir şey var" cümlesiyle insan ilişkilerine dikkat çekiyor. O kadar haklı ki; bir oy verip "Ben bu partiye oy verdim" celallenmesiyle seçim sonrası hemen parti yöneticilerinin kapısına dayanan nicelerini bilirim.
Üslubuyla 'Halkla İlişkiler' alanındaki uzmanlığını da konuşturuyor Hoca ve okuyucusuna ustaca ulaşıyor. Pat diye "Ak Parti'ye oy vereceğim" demiş, kendince çok basit 4 gerekçe sunmuş, işte gerekçeleri:
1) 13 sene öncesi hala hafızamda. Ak Parti dışında oy verebileceğim yeni bir oluşum göremedim henüz.
2) Türkiye uluslar arası arenada hiç bu kadar itibar ve söz sahibi olmamıştı. Bize diş bileyen ülkelere bakıyorum da, baya baya patron ülkeler. Onlara kafa tutabilmek biraz da gururlandırmıyor değil. O ülkelerden pek haz etmediğimden olsa gerek, bizden kime saldırıyorlarsa, reflekslerim ona sahip çıkmamı söylüyor.
3) Erdoğan'ı delice seven mazlumlar var. Yaşlılar, gelir seviyesi düşük olanlar, eğitimsizler. Ak Parti'nin oy oranı en çok bu kesimlerde yüksek. "Onların iyiliği için Erdoğan gitmeli" edebiyatına kafam pek basmıyor. "Erdoğan onları kandırıyor" laflarını da anlamıyorum. Onların duygusal zekası yüksektir, onu biliyorum. Onlara iyilik yapıyorum edebiyatıyla vebal almak istemem.
4) İlginçtir başka ülkelerin mazlumları da Erdoğan'ı çok seviyor. İnsani yardımda, gayri safi milli hasılaya oranla dünya birincisiyiz.
Acaba niye diye sorguluyorum. O mazlumların oyu da yok, niye onları da kandırsın ki diyorum. Onların da vebalini almak istemem. Bizim ülkemiz mazlumlara en fazla sahip çıkan ülke olmaya devam etsin isterim. Boğaziçi mezunu, İşletme doktorasını SDÜ'de vermiş, halen Batı Akdeniz Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde akademisyen olarak görev yapan Ömer Antalyalı, gerçekten Antalyalı mı bilmiyorum ama yazısı Akdeniz kadar sıcak. Bir alıntı daha yapıp yazımı noktalayacağım, diyor ki Hoca;
"Gerçek" ile "algı" arasında, iki insan arasındaki bir ilişkide bile muazzam fark olur.
Şöyle bir düşünün, sizi hayatta her şeyinizle dört dörtlük anlayabilen kaç insan sayabilirsiniz.
Hep yanlış anlaşıldığınızdan yakınmaz mısınız? Sizin gerçekliğiniz ile başkalarının sizinle ilgili tanımlamaları ne kadar uyumlu?
Düşünün ki bunu hemen dibinizdeki dokunabildiğiniz insanlarla yaşıyorsunuz.
Sürekli beraber olduğunuz insanlarla.
Ama aynı biz, koca bir ülkenin siyasi analizini tüm gerçekliğiyle yaptığımızı sanabiliyoruz.
Başkentimizde bomba patlıyor. Hiç tereddütsüz, ya hemen o anda faili tespit ediyoruz, ya da faili işaret eden aktörlerin söylemlerine inanıyoruz. Türkiye gibi cazip bir ülkede aktörlere bir bakın, sadece siyasi partiler gelmesin aklınıza..
Hocanın yazısı uzun benim yerim ise kısa.. Ama http://www.memurlar.net/ haber/542530/ adresinden yazının tamamına ulaşmak mümkün. Seçimden önce bu yazının mutlaka okunmasını tavsiye ederim.

gazete

15 Ekim 2015 Perşembe

Kutlu Muharrem

Ahmet TEZCAN

Kutlu Muharrem

15.10.2015

Hastanede çalışan bir tabip, sinirle sinir uçlarıyla uğraşan bir hoca..
Mevzu, memleketteki müessif hadiseler..
Çok karamsar, kötümser duygular içinde "Bölündük!" diyor. Aynı ihtiyaçla uğradığımız mekânda farklı duygular taşıyoruz.
En ziyade müsaadeye mazhar meslek erbabından sadra şifa sözler bekliyorsunuz ama yok. 'Niye'si belli, niyeti de belki?!.. Karar verici kitle nüfusu 50 milyonun üzerinde ve ilk kez oy kullanacak gençlerin sayısı 8 milyon olsa da; sınırsız sorumsuz sosyal medya kullanıcıları toplumun bilhassa seçkin sınıfın duygularını esir alabiliyor. Militanlığı mesleğinin önüne çıkarmış meslek odalarının tesiri diye düşündüm, bilmiyorum.. Bizim meslekte de durum farklı değil. Bir sürü meslektaşın müessif olaylar karşısında militanlığını mesleğinde icracı tavır içinde olduklarını biliyor, görüyoruz.
Daha dün soran olmadığı halde "Aleviyim, Kürdüm" diye başlayan, annesinin de Ermeni olduğu imasıyla inadına "Namaz kılmayız, oruç tutmayız, Hacca gitmeyiz, kendimi Müslüman saymam" sözleriyle röportaj veren arkadaşa sorsan önce gazetecidir, hem de temsil makamında, özgürlükçülüğün de bayraktarı. Kendi gibi düşünüyor sanıyor herkesi de ve ayrılıkları ortaya dökmede pek mahir.
Toplumu kahreden ve nice ocaklar söndüren terör olaylarına karşıymış gibi göründüğü halde içten alkışladığını bildiğim bir sürüsü var böyle. "Bir iki tane daha böyle olay olsa bunlar dayanamaz" diyecek kadar demokratlardır(!) sözüm ona.
Belli isme belli kesime derin husumetleri gözlerini kör etmiş, mühürlüler adeta.
***
Neyse biz hep hayrı yadediyoruz; Toplumun tüm kesimlerince muhterem ve mübarek Muharrem ayı girdi, Hicrî 1437 ile yeni bir yıla girmiş bulunuyoruz. Efendimiz'in sıradan bir yolculuğu değildir Hicret, derin anlamlar yüklüdür. Dün bir dostumdan bunu çok güzel anlatan, aydınlatan bir posta aldım, paylaşmak istiyorum müsadenizle. "Hicret; yeni bir imkan, yeni bir mekan, yeni bir medeniyet merkezi, yeni bir Medine arayışıdır. Hicret; Muhacire Ensar arayışıdır. Hicret; Dünyanın mağdurlarına sarılmak, mazlumlara sofrayı açmak, lokmayı bölüşmektir. Hicret; Batıldan - Hakk'a, zulümden - adalete, şerden - hayra, kötülükten - iyiliğe koşuştur. Hicret; ayıpları, günahları terk ederek, bizleri esir alan makamdan, servetten, şehvetten, şöhretten Rahmet'e kaçış, bâtıldan, boş şeylerden, nefsî arzulardan uzaklaşarak, Hakka, hakikate, ahlak ve irfana teslim oluşun ifadesidir. Hasılı Hicret; bir hayat tarzıdır, bizler için yeni bir başlangıçtır..
***
Bu vesileyle yeni bir yılın başında, ülkemiz ve milletimiz üzerine hain planların kurulduğu, karanlık oyunların oynandığı bu günlerde ellerimiz, dillerimiz ve gönüllerimizle duadayız. Sıkıntılarımızın ağırlığıyla sığındığımız Rahmet kapısındayız. Bu toprakların evlatları ve yeryüzünün tüm mazlum ve mağdurları için
Rabbimin
yardımını dileniyoruz.
Coğrafyamızda yaşanan hadiseleri lehimize neticelendir, yeni bir yılda, zalim ve katillerin hesaplarını ve planlarını boşa çıkar, hayır kapılarını aç, bizi selamete çıkar ve ülkemiz milletimiz için huzur ve sükûnet lütfet!
Yeni yıl; kederlerimizin sevince, birbirimize olan öfkemizin ve kinimizin muhabbet ve ülfete, aramızdaki ayrılıkların, birliğe ve dirliğe dönüşmesine, huzura ve kardeşliğe giden yolların açılmasına, bu vatan topraklarının yeniden "barış ve selamet yurdu" olmasına vesile olsun.
Kutluyor ve âmin diyorum.

gazete

8 Ekim 2015 Perşembe

Seçim ve tercih

Ahmet TEZCAN

Seçim ve tercih

8.10.2015

Seçime üç hafta kadar bir süre kaldı. Bu seçim bir eşik, ya bu eşiği atlayacağız ya çamura saplanacağız. Her şey sandıktaki tercihimize bağlı... Bu "HER ŞEY"in altı çok dolu. 1 Kasım, siyasi, iktisadi, demokratik, demografik, her alanda Türkiye'ye yeni bir yol, yeni bir yön belirleyecek bir tercih olacak.
7 Haziran'daki BİR SEÇİMLİK BİR TERCİH idi, kimi kızgınlıktan, kimi kırgınlıktan, kimi sıkıntıdan, kimi beklentileriyle bir tercihte bulundu ve sandıktan çıkan sonuç bunların hiç birine cevap olmadı, ülke yönetimini yeniden şekillendirmeye de yetmedi. Normalde 7 Haziran sonuçları ülke yönetimini yeniden kurmaya yeterdi. Meclis'e yansıyan aritmetikle bir koalisyon oluşturup bir hükümet kurmak için 21 ayrı alternatif vardı ama olmadı. Çünkü Türkiye normal bir ülke değil. Bu ülkenin tarihi, coğrafyası, kültürel mirası göz ardı edilerek bir politika belirlenemez. İşte 7 Haziran sonuçları bu memlekete, memleket insanına sadece zaman kaybettirmedi, çok şey kaybettirdi.
***

Daha önce de ifade ettim; Sandık çok önemli... Biz bu sandığı kolay elde etmedik, çok sıkıntılar yaşadık...
Dayakla vatandaşın görüşünü ve partisini değiştirmek isteyenler oldu bu memlekette...
Muhtarlar şimdiki gibi ağırlanmadılar, kaymakam, vali emriyle muhtarların sıra dayağından geçirildiği dönemleri yaşadı bu ülke. Kan revan içindeki köylülerin Ankara'nın Çubuk ilçesinden o zaman Sümer sokakta bulunan Demokrat Parti merkezine nasıl geldiklerini Metin Toker'in hatıralarından okuyabilirsiniz. "Hepimiz Demokrat Parti sempatizanı kesildik" diyor Toker, o kaymakamın daha sonra CHP'den mebus seçildiğini söylüyor.
Yarım asır sonra örgüt uzantıları aynı yöntemi güneydoğuda uygulama çabasında, kaymakamların yerini bu kez örgütler almış.
Operasyonlar bunun için yapılıyor, güneydoğuda kapı kapı bir mücadele veriliyor. Sulh sükûn sağlansın ve vatandaş hür bir tercihte bulunsun diye.
***

Bugünlere kolay gelinmedi, hazımsızlıklar çok oldu, türlü oyunlar oynandı. Seçimin ertesinde seçim istediler, milletvekili ayarttılar, böldüler Meclisimizi güçsüz ve karar veremez hale düşürdüler.
Millet iradesine aykırı ve o iradeyi yok sayan tutumlar oldu. Bu yöntemlerle bir yere varılamayacağı artık anlaşıldı.
Dileyelim 1 Kasım seçimleri, eski Türkiye'nin son, yeni Türkiye'nin ilk seçimi olsun..
Günümüz dünyasında artık demokrasi dışı arayışların geçerliliği kalmadı. Artık akl-ı selimle yeni bir dönemi başlatalım. Yeni istikrar dönemiyle Türkiye'nin büyük güç kazanacağına yürekten inanıyorum. 1 Kasım seçimlerini bu bakımdan çok önemsiyorum. Kırgınlığın, kızgınlığın, kişisel beklentilerin yerini sağ duyuya bırakacağını umuyorum.
Seçimden sonra siyasetin aktörleri de şapkalarını önüne koyup kendi tavrını tarzını yeniden bir kere daha gözden geçireceklerdir umarım. Çünkü seçimler Mecliste yalnızca çoğunluk sandalyesini ortaya çıkarmak ve bir hükümet kurmak, sonra da vatandaşı memnun etmek için yapılmaz. Seçim sonuçları bazen istikbal ve istiklal seçimi olur. Ben 1 Kasım'ın böyle bir seçim olduğu inancındayım. Ateş çemberindeki Türkiye 1 Kasım'da sadece iktidar hesabıyla değil, istiklal ve istikbal adına tercihte bulunacak.
Yanlış karar verirsek büyük bedel öderiz bunun bilinmesi lazım.

gazete

3 Ekim 2015 Cumartesi

CHP bildirgesi kopya

Ahmet TEZCAN

CHP bildirgesi kopya

3.10.2015

CHP dün seçim bildirgesini açıkladı.
Söylem ve sloganlar bana bir yerlerden tanıdık geldi sanki. Yanılıyor muyum bilmem ama Kılıçdaroğlu'nu dinlerken ben bu söylemlerde sanki Ak Parti kokusu aldım..
Eğitim, ekonomi, dini, milli, siyasi, bütün konularda sanırsınız CHP, Ak Parti ile söylem birliği etmiş. Bire bir değilse bile bildirgenin içeriğinde Ak partililerin öteden beri söylediklerine rastlamak mümkün.
İmam hatipler mesela, "Düşman olduğumuzu söylüyorlar" diyor Kılıçdaroğlu, devamla vurgu yaparak soruyor; "memleketin evlatlarına niçin düşman olalım?" diyor, CHP'nin imam hatiplere düşman olduğunu söyleyenleri açıkça İFTİRACI olarak ilan ediyor.
***
Şimdi şunu söylemenin tam zamanı diye düşünüyorum: "Okul birincisi oldukları halde sırf İmam Hatipli oldukları için konuşturulmayan, saçı başı çekilen, başörtüleri başından alınmak istenen öğrencilerin haklarını savunmaya neden hiç yanaşmadınız? Neden üniversitelerde başörtülü diye, imam hatipli bu zulmü insanlara yaşatanlar özellikle sizin partinizden milletvekili olabiliyorlar?" Bütün bunlar sadece tesadüfle açıklanabilir mi? İşin bu tarafını yaşayanlar yani millet bunları iyi biliyor. O olaylar olurken niçin kılınızı kıpırdatmadınız, onlar genç değil mi? diye de sormaya gerek duymuyor. Gençlik, nüfusun yaşlanması meselesi.. 2030'lu yıllarda Türkiye'nin YAŞLI kuşağa dâhil olacağını, bu yaşlanma başlamadan gençliğin her konudaki katkısının artırılması gerektiğini söylüyorsunuz. Kulağınızı neden tersten gösteriyorsunuz? Ülke nüfusunun yaşlanmaması için Erdoğan'ın üç çocuk ısrarıyla niçin alay ediyordunuz peki?
Taşeron işçiler, kredi kartları gibi meselelerde de tamamen popülizm yapıyorlar.
Bunlar mağdur insanların oyunu kapmak için söylenmiş sözler.
***
1 Kasım seçim bildirgesinde Anamuhalefet'in Ak Parti ile benzer şeyler söyleme gayreti içinde olduğu açıkça görülüyor. Samimi olsalar ben de şahsen bu benzerliğe memnun olacağım, keşke söylediklerinin sahibi olsalar.
Seçim sloganında da "Önce Türkiye" diyerek sanki "YERLİ ve MİLLİ" olmaya çalışmışlar gibi geldi bana. Yoksa dağlarına taşlarına "Önce Vatan" yazılan 'eski Türkiye'den mülhem de böyle bir slogan belirlemiş olabilirler?! Ne de olsa CHP; kökü 'ESKİ TÜRKİYE'de bir siyasi harekettir, yeni değildir. CHP'ye eskiyi unutturmak da, CHP ile eskiyi unutmak da kolay değildir. Çünkü CHP'nin genetik kodları geçen asrın başında, imparatorluktan cumhuriyete geçişte yaşanan olaylarla oluşmuştur. CHP'nin kodlarını belirleyenler millete acı ilaç içirerek bunu yapmışlardır.
1 Kasımın seçim ana teması olarak "Önce İnsan" deselerdi bence daha etkili olurlardı. Ama durum gene de değişmeyecek.
Çünkü Millet CHP'nin, kadın çocuk dinlemeden 400 bin insanını katlü perişan eden Eset ile fotoğraf çektirmesini unutamıyor, CHP'yi yönetirken HDPKK ile iş tutmayı ve onlara oy vermeyi anlayamıyor.
Bu yüzden 1 Kasım'da 50 yıldır olan yine olacak, Millet CHP'yi asla iktidara getirmeyecek.

gazete

24 Eylül 2015 Perşembe

Pirincin içindeki beyaz taşlar..

Ahmet TEZCAN

Pirincin içindeki beyaz taşlar..

24.9.2015

Türkiye ve Rusya ortaklaşa olarak Moskova'da muhteşem bir Camii inşa etti, dün de görkemli bir törenle ibadete açıldı mabet.. Eskiden "Komünistler Moskova'ya" sloganı atılırdı, şimdi Müslümanlar Moskova'ya koşuyor. Bu müşterek girişimi eminim bütün dünya çok yakından izledi. Erdoğan ile Putin'in bu vesileyle bir araya gelmesidir esas izlenen ve en dikkat çeken. Çünkü Erdoğan da Putin de Batı'nın hedefindeki iki liderdir, Ukrayna krizi bundandır, Suriye ve Irak krizi bundandır. Kalabalık nüfusu, petrolü, doğalgazı ile aynı zamanda çevresinde en az 5 trilyon dolarlık ekonomik potansiyel barındıran bir bölgedir burası. Ne oldu; komünizm döneminde 70 yıl dini yasakladılar da insanların inanmasının, bir dine tâbi olmasının önüne mi geçebildiler? İşte Moskova'ya koca bir cami, yarın Atina'da da aynı şey olacak.
***

İhsan Şenocak Hoca; Kur'an diyor, Müslümanlara DİRİLİŞ ve DİRENİŞ RUHU aşıladığı için küresel güçlerce yok edilmek veya etkisiz hale getirilmek istendi. Ve ilave ediyor; Bunun için ülkeler işgal ettiler, bunun için öldüler, öldürdüler. Hoca'nın yazısında esas dikkat çektiği iç tehdit ve tehlikedir. Adları Ahmet, Mehmet, Mustafa olan yerli Batıcılara işaret ediyor "Cenneti dünyada arayan konfor Müslümanları" diyor Şenocak;dışarıdan sarsılmayan İslami bünyeyen büyük darbe indirdiklerini anlatıyor. Beni en çok sarsan ise ilk kez duyduğum bir hadis. Kendi resmi sitesindeki yazının parağrafını aynen aktarıyorum: (http://www.ihsansenocak. com/-kuranin bir kismi masaldir- diyen..) "Yerli oryantalizmin memurları Allah Rasulü'nün haber verdiği gibi, "Cehennem'in kapılarına çağıran adamlar" olarak kendilerine icabet edenleri Cehennem'e atmak için çabaladı. Huzeyfe b. Yeman (r. a.) "Sıfhum lenâ/ Bize onları tarif et." deyince, Efendimiz, onları, "Bizim derimizden/milletimizden ve bizimle aynı dili konuşanlardan" olacaklar şeklinde tanımladı." (Buharî, Menâkıb, H. no: 3411; Müslim, H. No: 1847)
***

Evet, dostlar; esas tehlike, her zaman ve her konuda olduğu gibi, 14 asır öncesinden, bizzat bu dinin peygamberi tarafından bize haber veriliyor. Bu milletin hiçbir cereyana kulak asmayacağını biliyorlar ve bizim düşmanımızı yine bizim içimizden çıkarıyorlar. Onlar bizden adlar taşıyor, biz gibi konuşuyor, bizim gibi davranıyorlar. Bugün belki onlar da bizim gibi kurban telaşındalar, bayram namazı kılmak için camilere doluşmuşlardır kim bilir?! Esas tehlike pirincin içindeki beyaz taşlardır. Dişimiz kırılmadan büyük dikkatle onların ayrılması lazım. Büyük ve güçlü Türkiye'nin önündeki en çetin engeldir beyaz taşlar. Bu vesileyle milletimizin ve inananların Kurban Bayramını en samimi duygularımla kutluyor, bu zor günlerin bir an önce aşılmasını diliyorum.

gazete

17 Eylül 2015 Perşembe

Biz onları tanırız

Ahmet TEZCAN

Biz onları tanırız

17.9.2015

1 Kasım'da milletin tek partili yeni bir iktidara yol vereceğini kuvvetle bekliyorum. Bundan önceki seçimde vatandaşın gündemi farklıydı, şimdi ise gündemin tek maddesi var: TERÖR. Çok canımız yanıyor, canımızı yakanlar Türkiye'yi yeniden hizaya sokmak isteyenlerdir. Bundan dağdaki teröristi ve içerideki uzantılarını anlamak yanlış olur. Hizacıların adı yoktur, onlar kendilerini gizleme konusunda son derece mahirdirler ama biz onları eserlerinden tanırız. Biz onları cetvelle çizilmiş sınırlardan tanırız. Biz onları yanmış- yıkılmış şehirlerden tanırız. Biz onları aynı milliyetten olup aynı dili konuştuğu halde birbirine düşürülüp düşman edilen toplumlardan tanırız. Biz onları ülkelerinin altı üstü zenginlik fışkırdığı halde kendileri sefalete mahkûm edilmiş halklardan tanırız. Biz onları ülkeleri ellerinden alındığı için çoluk çocuk aç sefil yollara düşmüş sığınmacılardan tanırız. Ve nihayet biz onları üç yaşındaki masum Aylan bebeğin kıyıya vuran cesedinden tanırız.

***
Onlar, dünyanın 7 milyar nüfusu barındıramayacağı teziyle nüfusun 3 milyara düşmesi gerektiğini düşünenlerdir. Aslında nüfus da umurlarında değil, onlar kendi konforlarını düşünüyorlar. Onlar dünyayı, kendilerince gereksiz, (!) kalabalıklarla paylaşmak istemiyorlar. Kapalı kapılar arkasında bunun için yeni savaş projeleri hazırlıyor, nüfus planlamalarına sponsor oluyorlar. Başımıza terör belasıyla örülmek istenen çorabı bu noktadan ele almak gerekiyor. Kendileri için hep BİRLİK hesabı yapıp her şeylerini BİR tutup GÜÇ BİRLİĞİ oluşturarak daha sağlam ayakta durmayı hedeflerken nedense kendi dışındaki insanların sefaletini görmedikleri gibi sığınma arzularına da sırt çeviriyorlar. Bilmiyorlar ki bu sefil (!) kalabalıklar, kıyıya vuran Bu cesetlerle kendi sonlarını hazırlıyorlar.

***
Yazımın başında söyledim; bu millet 1 Kasım'da yeni ve kuvvetli bir iktidara yol verecektir. Bu kararla Türkiye ekonomisini güçlendirmeye devam edecek. Uzay teknolojileriyle yeni savunma projelerini hayata geçirecek, ihtiyaçlı durumdan tamamen çıkacak ve mazlum milletlere umut olacaktır. Türkiye'nin "Dünya 5'ten büyüktür" demeye devam edebilmesi için tek ve yeter şart MİLLİ DURUŞU, MİLLİ DUYUŞU'dur. Bu millet Amerika'nın iki katı bir coğrafyayı 6,5 asır sorunsuz yönetme başarısı göstermiş bir millettir. Bu milletin potansiyeli buna müsaittir. Bizim yönettiğimiz coğrafyada bugün 64 devlet bayrak dalgalandırmaktadır. Bizim coğrafyamız bir ENERJİ COĞRAFYASI'dır, dünyanın yaklaşık yüzde 70 enerji ihtiyacı da bu coğrafyadan karşılanmaktadır. Bugünkü kavganın sebebi de budur. Kavga gibi gerekçeleri de eskidir ve bellidir. Millet olarak dikkat edeceğimiz tek husus; kimin hangi değirmene su taşıdığıdır. Bir malum gazete 26 genel yayın yönetmeni değiştirmiş yayın politikasını hiç değiştirmemişse ona bakacaksın, kimin değirmenine su taşıdığını bileceksin. Aynı soydan, aynı boydan olmak bir şeyi değiştirmiyor.

gazete

10 Eylül 2015 Perşembe

Herkes kendini bir yoklasın!

Ahmet TEZCAN

Herkes kendini bir yoklasın!

10.9.2015

İşin aslının bilinmesi lazım..
Bu olaylar şapkamızı önümüze koyup bir kere daha aklıselimle düşünme ve değerlendirme zaruretini ortaya koyuyor.
Bizim ülkemiz her an bu tür krizlere gebedir. Bugün R.Tayip Erdoğan yarın bir başkası.. İşin başında kim olursa olsun bu değişmez.
YÖNETEN konumda bu topraklarda kimseyi rahat bırakmazlar. İddiasız, yönetilen, güdülen, başı yumuşak bir yapı kurup kimsenin tavuğuna 'kışt' demeseniz bile rahat olamazsınız.
***
Bunun çok çeşitli sebepleri var:
En önce ve hali hazırda dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 65'inin sağlandığı bir bölge burası..
Din ve mezhepler bakımından da tam bir mozaik; Bütün semavi dinlerin ve en keskin mezhep hareketlerinin merkezi.
Dünyada hangi ülke Mekke, Medine ve Kudüs'e kuş uçuşu iki saat mesafede.. Atina, Brüksel, Moskova, Tahran ve başlı başına Kafkasya.. 250 milyon nüfuslu Türk dünyasıyla akrabalığımız, Akdeniz, Karadeniz ve Hazar bir potansiyel.. 54 ülkede 1 milyardan fazla insanın yaşadığı Kara Kıta Afrika.. Maden ve petrol zengini olduğu halde hiç huzur bulmamış, karnı da doymamış insanlar..
Bu bölge, ekonomiyi, turizmi olduğu kadar savaşları ve çatışmaları da besleyen bir bölge..
Altı asırlık bir imparatorluk mirasçısı olan Türkiye bu insanlara ulaşıyor, kardeş bölgelerle yeni ilişkiler kurmak için çabalıyor, bu da başkalarını çok ama çok rahatsız ediyor.
***
Buraya kadarını Taksim olayları sırasında kaleme almıştım, derin hafızaya bir kere daha hatırlatmak istedim. Abdurrahman Dilipak'ı dinledim dün gece bir TV kanalında, diyor ki; 1. Cihan savaşı 100. yılında, İkinci savaşın da 50. yılı.. Sykes-Picot, Yalta benzeri anlaşmalarla bazı devletlere tanınan ayrıcalıkların süreleri doluyor, yenilenmesi lazım ama önce kaos..
Ve ilave ediyor; İçinde Türkiye'nin de olduğu 22 ülkeyi yeniden masaya yatırmak istiyorlar, biz de direniyoruz, onlar ise yeniden hizaya getirmeye çalışıyorlar.
Evet, ben de diyorum ki; olaylar asla siyasi değil. Ama ne var ki taşeron siyasetçiler bundan yararlanmaya çalışıyorlar. Böyle bir zamanda devlete, devlet adamına, askere, polise herhangi kimlikle olursa olsun yazılı, sözlü hücum eden, MİLLİ DURUŞ sergilemeyen kim olursa haindir, değilse gafildir yahut mayasıyla ilgili bir sorunu vardır.
Irkî kimlikle değil, ANADOLU RUHU ile söylüyorum:
Bu ülke bizim kardeşim, herkes kendini bir yoklasın. Kimsin, nesin, nereden geldin, bu topraklarda nefes alan insanlarla bir hesabın var da onu mu ödetmeye çalışıyorsun?!
Ama adın ne olursa olsun biz seni biliyoruz. Sen; Pehlivan Sultan koca Abdülaziz'i alacakaranlıkta 4 kişiyle üzerine abanıp iki bileğinden kesenlerdensin, Abdülhamid-i Sani'nin de hal'ini tebliğ edenlerdendin, biz seni tanıyoruz.

gazete

3 Eylül 2015 Perşembe

Bizden uyarması

Ahmet TEZCAN

Bizden uyarması

3.9.2015

Çok çetin günlerden geçiyoruz. Gün geçmesin ki bir kalleş saldırı haberi duymayalım, her gün yurdun bir köşesinden bir acı haber bir ağıtla yaşıyoruz. Bu kalleşliğin hedefinde herkes var, yaşlı, çocuk, kadın demiyor, hiçbir ölçü gözetmiyorlar.
Gözetmezler çünkü terörün ahlakı olmaz.
Daha dün Pülümür'den bir telefon aldım, karşımdaki ses o bölgedeki bir şantiyede çalışan arkadaşımdı.
Erzincan karayolu üzerinde, Pülümür çayının kestiği noktada teröristlerin beton döküp yol kontrolü yaptıklarını söyledi.
Bir TIR şoföründen para almışlar, ucuz kurtulmuş dedim. "Etrafta yakılmış araçlar vardı, parayı verdim, geçtim" demiş şoför. Bir de teröristlerin beklenilenin aksine İstanbul Türkçesi'yle konuştuklarını söylüyorlar. İşin ilginç tarafı; Jandarma'yı aramışlar "Size gece yola çıkmayın demedik mi?" şeklinde karşılık almışlar.
İnternetten Pülümür'ün Kaymakamı'na baktım, yeni tayin olmuş genç bir insan, çok zor bir zamanda zor bir görev üslenmiş diyecek bir şey yok, Allah yardımcısı olsun. "Burada bir boşluk var" diyor arkadaşım "yarın buradan acı bir haber almayalım" diye de uyarıyor. Bu insanlar ilk bakışta rızık peşinde koşuyorlar, bunu yaparken de bir riski göze alıyorlar yatırımların gerçekleşmesi için, canını dişine takarak hizmet veriyorlar. Geçenlerde yine sözünü ettiğim bölgenin 15 km ötesindeki doğalgaz borusuna sabotaj gerçekleştirilmiş zarar bir yana bazı bölgeler günlerce doğalgaz alamamıştı hatırlarsanız, bizden uyarması diyoruz.
***
Alper Tan fikirleri ve mücadelesiyle paydaş ve destek olduğum bir gazeteci, sorumluluğunu üstlendiği kanalda, ekibiyle birlikte Yeni Türkiye adına samimi bir gayretin sahibi. Önceki gün Alper de bir uyarı yazısı yayınladı kanalın haber sitesinde. Muhatabı 12 yıllık iktidarla ve istikrarla ülkeyi yöneten siyasiler yani Ak Partililerdi. Bu yazısında Alper Tan özetle dedi ki; Çok zor bir dönemde "Allah bize yeter" diyerek sırf sayi-gayretle yola çıktınız, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere her zorluğa göğüs gerdiniz ve bir Yeni Türkiye inşa ettiniz, vatandaş da sizi destekledi. Yalnız son zamanlarda Ak Parti'de bir şımarıklık, bir bize mecbursunuz edası baş gösterdi, ehil olmayanlar vekil listelerinde yer buldu ve özetin özeti; "Ak Parti'nin içine 'AKP liler' doluştu" dedi.
***
Evet, çok ciddi bir uyarıydı bu, hem de dostça bir uyarı. Yani kısaca partinin "bi daha" talebine vatandaşın "tamam" demesi için Ak Parti'nin bir anlamda fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğini yazdı Alper Tan. Bu ayar Ak Parti'nin, toplumun tüm kesimleriyle milletin huzuruna "kuruluş ruhuyla" çıkmasıdır ki KURTULUŞ olsun.
Bu millet 100 yıldır bunu bekliyor, bu beklenti ne kişisel ne de konjonktüreldir. Bu beklentinin tarihi, coğrafi, dini, ekonomik çok önemli sebepleri vardır. Bizim insanımızın tercihi hiçbir zaman BİR SEÇİMLİK TERCİH olmamıştır, bunun iyi anlaşılması gerekir. Alper Tan'ın analizi bilhassa parti yöneticileri tarafından dikkatle okunmalı.
Ben de yazımı Alper'in temennisiyle noktalamak istiyorum; Allah bizim vekilimizdir, o ne güzel vekildir, o bize yeter!..

gazete

27 Ağustos 2015 Perşembe

Yerli ve millî olma gereği

Ahmet TEZCAN

Yerli ve millî olma gereği

27.8.2015

Hükümet kurma çalışmaları, seçimin yenilenmesi, PKK ile amansız mücadele gibi konular sürerken, şahsen ben başkentin kalesinden, kulesinden, kaldırım yenilemelerinden bahsetmeyi zait addediyorum.
Gün o gün değil, bana sorarsanız gazeteci, uyandırma servisi gibidir, anlaşılmaz ilişkilere, perdelenen olaylara her zaman ışık tutan adamdır.
Hele de başkentteyseniz genel ve hayati olaylara bigâne kalamazsınız.
***

Bir seçime daha gidiyoruz, bu gibi durumlarda SANDIK en doğru çözümdür çünkü. Hele günümüzde sandık daha bir önem kazanmış bulunuyor. Çünkü bu memleket 40'lı yıllarda sandığa yansıyan tercihin gizli tasniflerde değiştirildiğini de gördü.
Sadece tasnif değil, birçok şey tersyüz edildi, değiştirildi ve esası bozuldu. Biz yakın siyasi tarihimizde cereyan eden birçok olayın aslını bilmiyoruz. Nedir, kimdir, neden böyle olmuştur? Tarih, mecrasından çıkarıldı.
Kahramanların hain, hainlerin kahraman gibi millete sunulduğu bile oldu. Dünyanın en çalkantılı döneminde devlet adamı olarak 33 yıl hükümran olan Sultan Abdülhamit Han, devrim niteliğinde birçok yeniliğe imza atmışken niçin "Kızıl Sultan" mesela?
***

Bugünkü yaşadıklarımız son yüzyılın tam olarak bilinmemesindendir. En başta KİM KİMDİR bilmiyoruz. Bu memleketin nüfusuna kayıtlı 77 milyon kişiyiz de BİZ, BİZ miyiz? En can alıcı soru bu.
Biz, BİZ olamayınca BEN-SEN ortaya çıkıyor ve bütüncül bir tavır ortaya koyamıyoruz.
Milli simgemiz al bayrağımıza düşmanlık edenler var, bayrağımızın dalgalanmasına tahammül edemiyorlar, değiştirmeye kalkıyorlar.
Bir sürü siyasi parti var mesela, seçime katılma gücüne ulaşabilen partilerle bir takım insanlar Meclis'e giriyor. Meclis, memleketin her türlü sorununa çözüm bulunması, her görüşün ifade edilmesi gereken bir temsil makamıdır. Burada yalnızca millet temsil edilir, milli bir kurumdur Meclis. Buradaki görev için önce yerli ve milli olacaksınız, ne istediğinize ve ne söylediğinize dikkat edeceksiniz.
Seçilmiş hangi cumhurbaşkanı bizimkisi kadar iç ve dış mihraklarca hedef alınmaktadır, söyler misiniz? Hiçbir ülkede milli Meclis'te bulunup o ülkenin milli varlığına, milli kurumlarına ve milli ideallerine aykırı davranılamaz, davranan da hak ettiği mukabeleyi görür.
Türkiye önce iç temizliğini yapmak durumundadır.
Atatürk'ün vasiyetinden başlayarak, birçok BİLİNMEZ'in aşikar edilmesi lazımdır. Devletin kayıtlarında var olan tarihi gerçekler ortaya çıkarılmalı, kim kimdir bilinmeli ve milletimiz her şeyden ve geçmişinden haberdar olmalıdır.

gazete

20 Ağustos 2015 Perşembe

AOÇ Bahane

Ahmet TEZCAN

AOÇ Bahane

20.8.2015

Ohh çok şükür, Ankara Bulvarı konusu okul açılmadan vuzuha kavuştu. Zulüm olacaktı başkent insanına. Esas konumuz değil ama kısaca değinmeden geçmeyeceğim. 'Talan'sa AOÇ talanı şimdi başlamadı. Ucundan kıyısından derken amacı dışında kullanılmış mıdır AOÇ? Kocaman bir 'EVET'tir bu sorunun cevabı. Kim denilince herkes şaşırır. İlk defa ve en fazla Milli Savunma bu araziyi amacı dışında kullanmıştır. Yalnızca Milli Savunma ile de kalmaz başkaları da var, çıkarsınlar belgeleri. Hepsi bellidir ve bir bir kayıtlıdır bunların. Ha, siz bu kullanımı talan olarak adlandırmayabilirsiniz ama gerçek budur. İşçi, memur, emekli milyonlarca Ankaralıyı "AOÇ amaç dışı kullanılıyor" diyerek mağdur edemezsiniz. Aslında GEZİ gibi bu da kullanılıyor, AOÇ bahane.
***

Geçen haftayı da geçen seneyi de unutmuyoruz, unutturmuyoruz. Ağustos'un 3. haftasında, geçen sene bugün "Gündem yordu" demişiz yazımızın başlığına. Niçin yormasın? Bir yerel seçim, ardından cumhurbaşkanı seçimi, ilaveten iktidar ve muhalefetin kongre kararları vardı. Gerçekten 2014 gündemi Türkiye'yi yormuştu. Ama şunu bilin, bugün şehit cenazelerimiz olmasa yorulan sadece Başkent olacaktı, bu da normali ve mutadı üzereydi. Aklımız fikrimiz orada, polis ve askerimizin verdiği amansız mücadelede..
***

Bu coğrafya böyle bir coğrafya, netameli bir cinnet coğrafyası.. Osmanlı toprakları 21 milyon kilometrekareydi, kaybettiğimiz topraklarda şimdi 60'ın üzerinde bayrak dalgalanıyor. Komşumuz, akrabamız olan bu enerji coğrafyası üzerinde bile 15 ayrı ülke kuruldu. Kim yönetiyor dersiniz bu 'ENERJİ COĞRAFYASI'nı? İstiyorlar ki 15 değil, daha fazla devlet kurulsun bu coğrafyada ve minik minik devletçiklerle katrilyonlarla ifade edilen Petrodolarlar malum şirketlerin cebine aksın. Bu şirketler öyle böyle değil, eskiden devlet şirketleri vardı şimdi ŞİRKET DEVLETLERİ var. ("Kobani-Company" olayı anlamak isteyene her şeyi anlatıyor.) Okyanus ötesinde ENRON, LEHMAN BROTHERS gibi dünya devlerinin iflas ilan etmeleri ile başlayan ekonomik krizde Doğu'ya kaçan sermaye miktarı katrilyonlarla ifade ediliyor. Kaçan sermaye dönmedi, bütün çabalara rağmen döndürülemiyor. Batıya çok pahalıya maloldu bu iş. Kendileri yanmamak için bizi yakarlar. Yangının kendi mahallelerinde çıkmasını da hiçbir zaman istemezler. Nitekim bunu en canlı yaşayan Ortadoğu coğrafyasıdır. Enerji, hem yanar hem yakar. İmparatorluklar kurma ve yönetme becerisine sahip Anadolu halkının bu coğrafyaya müdahil olması istenmiyor, bu gayet açık. Onun için bizi zora sokmaya çalışıyorlar. Ankara'yı yakamayanlar Şam'ı, Bağdat'ı, Kahire'yi yakıyorlar. Bizi sıkıntıya sokanlar ise içimizdeki işbirlikçi gafiller. Bunu herkes böyle bilsin ve canımız yanmasın.

gazete

13 Ağustos 2015 Perşembe

Ankara Bulvarı

Ahmet TEZCAN

Ankara Bulvarı

13.8.2015

Ankara Barosu ve TMMOB'a bağlı meslek odaları dava açtı, 5. İdare Mahkemesi de yürütmeyi durdurma kararı verdi. Konu malum; AOÇ'un İmar Planı tadilatı... Büyükşehir Meclisi de kararı uygulayacak ve Ankara Bulvarı trafiğe kapatılacak. Peki, Baro, TMMOB mimarları ve orman mühendisleri meslek odaları ne yapmaya çalışıyor? Başkent halkı daha az sorunsuz yaşasın, günlük işleri kolaylaşsın diye mi uğraşıyor? Ya Ankara 5. İdare Mahkemesi? Üzerinde 'millet adına' diye yazan kararıyla vatandaş olarak bizim hayatımızı kolaylaştıran bir karara imza atmış mı oldu? Etimesgut, Sincan Eryaman yönünde milyonlar yaşıyor. İlçe içinde trafik -sabah ve akşam saatlerinde- felç olsa da Ankara Bulvarı bu yöne ulaşımı kolaylaştırmıştı. Etimesgut'a yahut Kızılay yönüne Ankara Bulvarı'ndan ulaşmak sadece 8 dakikaydı. Şimdi okullar açılacak ama yol kapanacak. Başkent trafiğini ne hale gelecek göreceğiz. Bir süre Akay geçidi başkentin kangrenleşmiş sorunuydu, vatandaş çözdü. Şimdi de öyle olacak.
***

Bunlar bir şehrin yönetimiyle ilgili günlük, normal, hukuki meseleler asla değil. Alınan tüm kararlar, verilen bütün mücadele İDEOLOJİKTİR. Ankara'da sanki dini, dili, milliyeti, mezhebi, meşrebi, ideali farklı başka başka toplumlar yaşıyor. Başkentte diyelim Polonyalı, Arap, İspanyol insanlar yaşasaydılar aralarında bir asgari müşterek, bir medeni münasebet mutlaka oluştururlardı. Ama aynı memleketin evlatları bunu başaramıyorlar. Başaramazlar, çünkü İDEOLOJİK davranıldığı müddetçe ortak bir zemin oluşturamazlar. Peki, nedir bu ideolojik farklılık? AK partililik, Halk partililik mi? Asla değil. Kökleri çok derinde olan, kangren olmuş eski bir mücadele bu. Biri "ittihat ve terakkidir" güya, öteki "terakkiperver" veya "serbest fırka" Bir tarafın "kızıl sultan" diye yaftalayıp tahtından indirdiği ötekilerce "Cennetmekân" diye tazimle anılır. Biri İnönü der ısrarla ve inatla, ötekiler Menderes'e gözyaşı döker. (Menderesçi gibi davranıp, karşı kampa hizmet eden sahtekârlar her iki kategoriye de dâhil değildirler, onlar için Kur'an-ı Kerîm'de "münafikûn" adıyla bir sure indirilmiştir.) Bu 'ayrı gayrılık' güncel tartışma konularında da devam eder. Birinin 'saray, sultan' diyerek içindekilerle birlikte yerle yeksan etmek istediğine diğerleri 'külliye' derler, cami, kütüphane ve konferans salonlarıyla zenginleştirip topluma maletmek isterler. 'İnme', 'indirme" birinin dilinde DARBE, diğerinde 'yaratılış' olarak algılanır.
***

Çok da üzülmek gerekmez bu ortak paydasızlığa, bu 'mutabakatsızlık, müştereksizlik, münasebetsizlik' insanlık tarihi boyunca süregelmiştir. Birileri Musa'dan yana olurken Firavun taraftarsız kalmış değildir. Bu hesap ruz-ı mahşerliktir, asıl hesap orada görülür. Oradaki mahkeme numaralarla ayrılmaz, her türlü soysuzluk, yüzsüzlük, yalan, riya, haksızlık, eziyet o terazilerde tartılacak ve hesap ADİL olarak görülecek. Bunu kimsenin unutmaması gerekir.

gazete

6 Ağustos 2015 Perşembe

İyi tatiller Türkiye!

Ahmet TEZCAN

İyi tatiller Türkiye!

6.8.2015

Türkiye doğusuyla batısıyla kavruluyor.
Doğusunda terör belasından, batısında ve bütün sahillerinde bazen 40 dereceyi gösteren mevsim sıcaklarından kavruluyor.
Ama bizi esas yakan hain kurşun, kalleş tuzaklarla devrilen şehitlerimiz..
Fidan gibi ana kuzuları milletin yüreğine ateş düşürüyor. Davulla zurnayla vatan görevine gönderdiğimiz gençler al bayraklı tabutlar içinde memleketlerine dönüyor ve milletin yüreğine gömülüyor.
Şehitlerin rütbesi olmaz, onlar en yüksek rütbeyle Yaratan'a döner ve peygamberlik makamı yanında yerlerini alırlar. Ama insan tarafımızın, yiyen, içen, gezen dünyeviliğimizin bunu anlaması, buna katlanması ancak Rabbin eğitimiyle mümkün, başka türlü ve kendiliğinden asla olmaz.
Tabutların ardındaki feveran bize bunu anlatıyor.
Peki, bu nasıl olacak sorusunun cevabı ise bende yok. En sorunlu alan da burası.. Nefsimizi kime emanet edecek, en doğruyu nasıl bulacağız?
Meselenin burası çok yüksek bir idrak gerektiriyor, bilmem anlatabildim mi?
***

Tüm çılgınlıklara rağmen tatilcilerin de bir kulağı Ankara'da ve güneydoğuda emin olun.
İllaki takip ediyorlar. Sahillerdeki eğlence ortamlarından yükselen dım-tıslarla dans edip coşan yok mu? Elbet var ve hiç şaşmamak lazım.
İngilizce, Türkçe, Kürtçe, ortaya karışık bir müzikle(!) kendilerinden geçenler yahut geçiyormuş gibi yapan bronz tenli insanlar da bizi hiç şaşırtmıyor. Bu topraklar her cins, tür ve görüşün yaşam bulabildiği müstesna bir coğrafya.
Spiker, jetlerin kulak yırtan gürültüleri eşliğinde savaş haberleri veriyor sanki. Makineli tüfek tarrakaları yüksek volümlü disko-müzikle kesiliyor.
Savaş sahnelerini aratmayan görüntüleri sokağın davetkâr çılgınlıklarıyla birlikte yaşıyor ve yorumlamaya çalışıyorsunuz. Rengârenk ışıltılar altında dekolte bedenler serinletilmeye çalışılırken birden ezan sesleri yükseliyor. Her türden hediyelik eşya, giysi, takı vs dükkânlardan yine her türden müziği sokaklara taşıyor, Tatilciler dondurma yalayarak vitrin bakıyorlar.
***

Eğlence sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyor, terörle mücadele de.. Burası Türkiye..
Kudüs'e, Mekke-Medine'ye, Tahran'a, Moskova'ya, Atina ve Brüksel'e kuş uçuşu üç saat mesafede bir ülke.. Japonya'dan Peru'ya hiçbir ülkede görülemeyecek çeşitlilikle bu coğrafyada varlığımızı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.
BM'ye üye 194 ülke var yeryüzünde bayrak dalgalandıran ve biri de Türkiye. Uzaydaki ülke sayısı sadece 10 ve Türkiye bu on ülke arasında da var. Türkiye yerli, milli uyduları Rasat ve Göktürk'le uzaydaki yerini aldı, diğerleri de geliyor.
Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i Türkiye'nin kapı komşuları ve akrabalarından sağlanıyor. Yıllık 50 trilyon dolarlık bir ekonomi coğrafyasının tam ortasındayız. Belanın bin bir türü bu yüzden yakamızı bırakmıyor, akıllı olmak gerekiyor bu coğrafyada.. Seçimler çok önemli ve tercihte bulunurken bu gerçeklerin akıldan hiç çıkarılmaması gerekiyor.

gazete

30 Temmuz 2015 Perşembe

Herkesin bir gündemi var

Ahmet TEZCAN

Herkesin bir gündemi var

30.7.2015

Sokaktaki vatandaş "SICAK!" diyor başka bir şey demiyor. Hani, haksız da değiller yani.. Hoca Nasreddin böyle bir yaz gününde bulgur bulgur terlerken bir yandan da serinlemeye çalışıyormuş. Akşehirliler; "Hocam sen de kışın sarınıp bürünür, yazın da sıcaktan hep şekvacı olursun, yakışıyor mu senin gibi birine?" diye takılmak isterler. Hoca bir soruyla yapıştırır cevabı; Başka bir sözümüz oldu mu erenler? Geçen sene de bu zamanlar sıcaktan dem vurmuşuz, gökten gelene bir itirazımız olmaz demişiz. Şehir insanı elinde her daim bir şişe su, öff-püflerle kendini atacak koyu gölge peşinde. Kırsaldaki vatandaş ise bu sene yağmurlarla geciken harman hasat derdinde..
***

Terörün gündemi de Türkiye.. Dünyanın hangi köşesinde böyle kuralsız, hadsiz, haksız, hukuksuz, ahlaksız bir savaş sürüyor siz söyleyin. Açın haritayı bakın, ne adına olursa olsun böyle kalleş bir savaş bulabilecek misiniz yeryüzünde? Geçmişte yer yer oldu, Srebrenitza gibi toplu katliamlar yaşandı ama bunlar ırkçı, faşist, hasta yöneticiler eliyle kimi zaman adeta BM gözetiminde oldu ve insanlığın utancı olarak tarihe geçti. Belli mahfillerden de destek aldılar. Savaşın kaidesi mi olur demeyin, bu milletin tarafı olduğu bütün savaşlarda şu kural hiçbir şekilde bozulmamıştır: Silahsız savunmasız siviller, kadın-çocukyaşlı insanlar daima masum kabul edilmiş, silah doğrultulmamış ve savaş dışı tutulmuşlardır. Şimdi öyle mi ama?
***

Üç yıldır şehit yok derken, alışverişte, gezintide, çoluk çocuğunun yanında ve kalleşliğin her türlüsüyle insanlara saldırıyorlar. Hiçbir kuralı yok, namertçe! Dünyanın her yerinden, içinde her türlü gizli servis elemanının da olduğu, dini, milliyeti, mezhebi, meşrebi, ideolojisi belirsiz gruplarla da tam bir işbirliği içindeler, çünkü "küfür tek millet.." İçeriden de destek görüyorlar maalesef, en utanç verici olan ve kızgınlığa yol açan da bu. Peki, ne adına? Biz biliyoruz kafalarının ardındaki gündemi. Onların kulaklarına fısıldanan muhayyel coğrafya.. Ancak bu milletin hiçbir şekilde müsaade etmeyeceği şey de bu. Tek şehidin kanı bile oraları vatan yapmaya yeter, kaldı ki; biz bu topraklar için doğusuyla batısıyla çok bedel ödedik. Onlar bir şeyi ve en önemli şeyi bilmiyorlar; kullanıldıklarını.. Bu da geçecek fakat iz bırakacak..

gazete

23 Temmuz 2015 Perşembe

Sorumluluk..

Ahmet TEZCAN

Sorumluluk..

23.7.2015

Dostlarla bayramlaştıktan sonra torunlarla beraber olmak adına kısa bir kaçamakla Ege'deydim. Memleketimin bu köşesinden manzaralar aktaracaktım. Ama ne yazık Suruç'daki olay bayram sevincimizi de tatilimizi de zehir etti. Bayram tatilinin sevincini hazmedemedik yumruk gibi boğazımıza tıkandı acımız. Bu tür olayları yalnızca lanetlemek yetersiz kalır. Neyi lanetliyoruz, kimi suçluyoruz? Cesetler daha ortada dururken Cumhurbaşkanını, Başbakanı, hükümetin tutumunu suçluyor adamlar. Suriye politikası, sınır güvenliği, güneydoğu meselesi hepsi birbirine giriyor. Bir ülkede politika yaparken önce kendi aranızda, yani bu ülke vatandaşı olarak birbirinizle yurttaşlık temelinde ortak duygunuz, tavrınız olacak. Daha ilk günden HDP ve CHP sözcülerinin kullandıkları dil sorunlu olursa, bu memlekette hiçbir şeyi çözemezsiniz. Önce siyasi partiler bu gibi olaylarda görevlendirdikleri insanları 'SORUMLU' kişiler arasından seçecek.
***

30 gencin can verdiği bir olayda canlı bombanın kanlı eylemi karşısında millet şok olmuşken siyasi partiler, özellikle de HDP ve CHP adına konuşan insanlar ağzından çıkanı kulağı duyacak ve ne dediğini bilecek. Siyasi partiye aidiyet misyonu bu sorumluluğu icap ettirir. Bir olay bu kadar çirkince ve sorumsuzca politikaya alet edilmez. İkincisi bu gibi sorumsuzlara mikrofon tutan medya organları.. Kime mikrofon tuttuklarını ve millete neler duyurduklarını bunun neye malolacağını bilecekler. Adamlar çıkıyor bir ateşli üniversiteli gencin ağzından duyabileceğimiz şeyleri, politikada ergenliğe ulaşmamış insanlara söyletiyor. Devletin genel güvenlik politikaları ile iktidar eleştirisini birbirinden ayıramıyorlar. Herşeyi birbirine karıştırıyorlar. Adeta muhayyel bir başka coğrafya adına konuşuyor. Suçluyor, kızıyor, ağır sözler sarfediyor ve milletin kimyasını bozuyorlar. Bunu HDP'nin eşbaşkanları yapıyor.
***

Kimsiniz, neyi kim adına konuşuyorsunuz? Bunu sormak lazım onlara?! En yüksek kabul edebilir duygumla kulak veriyorum onlara ama benim ülkemin bir politikacısı konuşuyormuş gibi bir izlenim alamıyorum. Ondan sonra da İstiklal Marşı'nda dahi niye mutabık olamadığım aklıma geliyor. Çünkü adam milli marşımızdaki "Irkıma yok izmihlal" ifadesini sorguluyor şunca zaman sonra.. Ne diyorsun sen kardeşim derler adama Selahattin Bey, aklını başına al.. Bu milletin hiçbir bölgeyle, halkla sorunu olmaz ama seninle olur. Sorumlu olun biraz ve Suruç başta olmak üzere memleket meselelerine memleket insanı gibi yaklaşın.

gazete

2 Temmuz 2015 Perşembe

Ortak akıl nasıl oluşacak?

Ahmet TEZCAN

Ortak akıl nasıl oluşacak?

2.7.2015

Yıl 2015 ve yarısını geride bıraktık.
Etrafımız yangın yeri, dünyanın hiçbir coğrafyası bizimkisi kadar sıcak değil.
Yeryüzü çok önemli sıkıntılar ve zorluklar yaşıyorsa bunda bizim coğrafyamızda yaşananların önemli payı var.
Ülkemizde bir genel seçim yapıldı ve bir irade ortaya çıktı. Şimdi beklenen, hemen Divan'ın oluşturulup Meclis'in çalıştırılmasıdır.
Ama bakıyoruz günlerdir koalisyon tartışması yapılıyor ve tartışanlar hep kendine göre yorumlarla başkasının başarısızlığını kendine BAŞARI olarak kaydedip hüküm yürütüyor.
***
Anayasa, ülkeyi yönetme misyonunu yalnızca siyasete tanımaktadır. Yeni bir Anayasa yapılsa dahi bu değişmez ve ülkeyi yönetme görevi yine siyasetin olacaktır.
Bu devredilemez bir görevdir ve millet adına yapılmaktadır. O halde siyasilerin milleti umutsuzluğa sevk etmeden ortak bir akıl oluşturarak aldıkları sorumluluğun gereğini yerine getirmeleri gerekir. Neyin olmayacağı değil, neyin olabileceği üzerinde çaba sarf edilmelidir. Yangına odun taşıyan bir tutum önce siyasetin kendisine zarar verir.
Gördüğümüz manzara maalesef bizi umuda yönlendirmiyor. Devletin en yüksek makamı paranoya ölçüsünde siyasete malzeme yapılmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı da milletin kahir ekseriyetinin oyunu alarak o makamda oturmaktadır ve bu bir ilktir. Cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmiş değildir.
***
Mevcut sistemin yönetemediği ortada. YÖNETEMEYEN BİR SİSTEM ile nereye kadar gidebiliriz? İrade ve irtibat sağlayamayan bir sistem ne tek başına ne de koalisyonla iktidar olunabilir, iddialı da olunamaz.
O halde siyasetin bir an önce ülkeyi yönetecek sistemi kurma görevi vardır. Herkesin şapkayı önüne koyup bir kere daha düşünme zamanıdır.
Meclis aritmetiği ortada. Ülkenin hükümetsiz olarak maceralara sürüklenmeye tahammülü yok. Bir hükümet kurup ortak bir iktidar ortaya çıkarılması isteniyorsa; bir kere ve öncelikle "SARAY PARANOYASI" terk edilmelidir. Bu üslup ortak aklı oluşturacak diyaloğu olumsuz etkilemektedir.
Masada bekleyen ağır sorunların sorumluluğu gösterilmeli ve öncelikle parlamentonun çalıştırılmasını gerektirmektedir.
***
Meclis üyelerinin çoğunluğu yeni. "NASIL"ına bakmadan şimdi bu insanların enerjileri ülke sorunlarında kullanılmalı ve kısır mücadelelerde harcanmamalıdır. Partilerin yapıları herkesçe malum! Grup toplantıları, gövde gösterisi, sağa sola laf yetiştirme ortamı olmaktan çıkarılmalı ve milletvekilleri hür iradeleriyle görüşlerini ifade edebilmelidirler.
Bir hatıramı paylaşmak isterim. Mersin Milletvekili bir Ali Er vardı Anavatan'da, çıktı kürsüye Turgut Özal'ın önünde en ağır eleştirilerini yaptı. Özal "Yanlış söylüyorsun Ali Bey" diye laf atınca kürsüden indi. Bu defa Özal kürsüye geldi ve kendisinin yanlış yaptığını söyleyerek Ali Er'i yeniden kürsüye çağırdı.
Liderler ortak aklın oluşmasında vekillerin katkısını mutlaka sağlamalıdırlar.

gazete

25 Haziran 2015 Perşembe

Hayırlı olsun ama..

Ahmet TEZCAN

Hayırlı olsun ama..

25.6.2015

Yeni Vekiller Meclis'te yeminlerini ettiler ve göreve başladılar. Bana sorarsanız 25. Dönem vekillerinin vekillikleri "kısa dönem askerlik" gibi olacak, bunu öncelikle ifade edelim. Çünkü Türk seçmeni ortaya çıkan manzarayı "şimdi ne olacak?" sorusuyla birlikte ibretle seyrediyor ve bundan hoşnut olmadığını da açıkça belli ediyor. Herkesin borcu var, derdi var, çoluğu çocuğu, geleceğe yönelik planları ile elini taşın altına koymuşluğu var. Dolayısıyla vatandaş Ankara'daki çarkın emin ellerde ve sorunsuz dönmesini, döndürülmesini ister. Bana sorarsanız bu manzaradan duvara asacak bir tabela çıkmaz, vatandaşın isteği ve beklentileri karşılanamaz.
***

Bu kaydı düşerken şunu da ifade edelim: Ortaya çıkan manzaradan hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Seçim sonuçlarının Meclis aritmetiğine yansıma şekli bir kere herkesin gazını aldı ve çok faydası da oldu. Yabancı medya desteğinde "Seçim güvenliği, şeffaflığı" gibi lakırdılarla ülkeyi dışarıya şikayet etme.. Yabancı medya desteğinde dışarıdan heyetlerin gelmesini sağlayıp Türk makamlarının sorgulatma.. İçeride gezi kalkışması benzeri densizliklerle bir kaşık suda fırtına koparmak suretiyle seçimin kargaşaya dönüşmesinin önüne geçilmiş oldu. 300 küsur milletvekiliyle AK Parti iktidarı sürmüş olsaydı bin dereden su getirilerek sonuç "ŞAİBELİ" ilan edilecek, ülke tahmin ötesi kargaşaya sahne olacak, en önemlisi; İktidar partisi "KENDİNİ TOPARLAMA İHTİYACI"nı görmeyecek ve çoğunluk yönetimine rağmen huzur bulamayacaktık.
***

Şimdi herkes şöyle derin bir nefes aldı, manzaraya baktı, ders çıkarılacak sonucun seçimden çıkarıldığını düşündü ve kendisi de bundan bir ders çıkardı. Biz gözümüzle inanan bir toplumuz, "bir musibet kırk nasihatten evladır." Vatandaş, yangın yerine dönmüş bir coğrafyada şimdi refah ve mutluluğu sağlamanın daha zor olduğunu görüyor. Bu sonuçlarla, yani eldeki "beş benzemez" ile Türkiye, "dünyanın beşten büyük olduğu" haykırabilir mi? Kafkasya'ya, Asya'ya sesini duyurabilir mi? Enerji koridoru olma iddiası, nükleer enerji, uzay çalışmaları ve büyük yatırımlar ne kadar yürüyebilir? Bu halimizle biz, bu yangından ancak eteklerini toparlayarak kurtulabiliriz. Sistemin yönetemediği ve bu çarpık manzarayı ortaya çıkardığı ortada.. Koalisyon çalışmaları beyhude bir gayretten öteye gitmez, bundan güçlü bir irade ortaya çıkmaz. Seçimin tekrarlanmasına karşı olanlar ve beyanları bunu açıkça gösteriyor.

gazete

18 Haziran 2015 Perşembe

5 yıldızlı bir hayat

Ahmet TEZCAN

5 yıldızlı bir hayat

18.6.2015

Bilen ve idrak edebilenler için müstesna anlar, özel zamanlardır Ramazan. Bu kaçıncı Ramazan bilemiyorum, Hicret'in 2. yılında Müslümanlara farz kılındığına göre varın siz hesaplayın kaçıncısıdır. Oruç, İslam'ın üçüncü şartıdır ve Ramazan ayında, sağlıklı, reşit, aklı başında her Müslüman için farzdır, bu fariza 2/183 ve 185. Âyetlerle Kur'an'da açıkça bildirilirken oruç tutarak korunmamız umuluyor. Peygamberimiz de, oruçluların cennete REYYAN kapısından gireceğini haber vererek orucun önemine işaret ediyor. Peki, oruç aç kalmak mıdır? Elbette değil. O zaman orucu sadece yeme içmeden ve diğer yasaklardan uzaklaşma olarak değerlendiremiyoruz.
***

İSLÂM, 5 şartlı, bir başka ifadeyle ve günümüz anlayışıyla BEŞ YILDIZLI BİR YAŞAM BİÇİMİDİR. Buna göre tercih ve tatbik ettiği yaşam biçimiyle herkes kendini serbestçe yıldızlayabilir. Şartlar belli: Önce Allah'tan başka bir ilah olmadığını ve Muhammed Mustafa'nın O'nun kulu ve resulü olduğunu kabul ve ikrar edeceğiz. Namaz ve oruç ibadeti ondan sonra geliyor. Ekonomik durum el veriyorsa, hac yaparak, zekât vererek 5 yıldızlı hayatın tüm şartları yerine getirilmiş olacak. Tam da burada bir soru akla geliyor.. Fiziki olarak tüm bu şartlar yerine getirildiğinde her şey tamamlanmış mı oluyor? Elbette değil. Müslümanlık çok büyük bir taahhüt, mü'min olmak onun da ötesinde.. İbadetlerin fiziki şartlarıyla beraber ötesine geçmek gerekiyor. Yani manen hazzını duymak ve kalben mutmain olmak için; elin, gözün, kulağın, hâsılı tüm uzuvların ibadete katılması gerekiyor. Yalnızca şahadet, yalnız oruç, namaz, hac veya yalnız zekat ile bu dinin yaşanamadığı gibi, yalnızlığa çekilip bir başına yaşanası bir durum olmadığı da bir gerçek. İslâm, komşuyla, arkadaşla, kardeşle, kısaca tüm toplumla ve tüm davranış biçimleriyle ortak hayatın kâmilen disipline edilmesidir. Peki, bu mümkün mü? Eh, bu soruyu herkes kendine soracak. Ne kadarını yaşarsa o kadar haz alacak, hazzını aldıkça da daha çok, daha derin yaşayacak. İslâm ve ibadet aynı zamanda bir denge ve bir iç disiplindir, her zaman yaşanası ve her zaman mümkündür.
***

Ramazanlar, bayramlar, Cuma ve kandil günleri en yalın ifadeyle; "özel anlar, müstesna zamanlar"dır. Günümüzün kanla, karmaşayla yoğrulan dünyasında bunalan insana bir lütfu ilahidir. Cenabı Mevlâ, kime, neye iltifat etmiş de yükseltip yüceltmemiş?! Taşa lutfetmiş elmas, zümrüt, yakut olmuş.. Toprağı HİCAZ, taştan tuğladan yapıyı KÂBE kılarak, "eşref" makamına yükselttiği insana tavaf makamı tayin etmiş. Zaman içinde zamanın mekân içinde mekânın yaratıcısı, böyle saklı zamanlar müstesna anlarla sadece bir şey murad ediyor; İnsanın hayat dediği ve çok önemsediği süreci doğru yoluna koymasını ve kendini kurtarmasını, o kadar. Ramazanımız mübarek, orucumuz makbul olsun. Her bakımdan şu dar ve zor günlerde kurtuluşumuza da vesile olur inşallah.

gazete

11 Haziran 2015 Perşembe

Hoş geldin eski Türkiye!

Ahmet TEZCAN

Hoş geldin eski Türkiye!

11.6.2015

İşte size iradesiz, iktidarsız, iddiasız bir Türkiye.. "Eski Türkiye, yeni Türkiye" neymiş gördünüz? Günlerce koalisyon için mekik dokunacak, sorumlu sorumsuz herkes konuşacak, savunma, enerji, uydu gibi hayati projeler beklerken Türkiye vakit kaybedecek. Kimin işine yaradı şimdi bu sonuç? Partili, partisiz hangi vatandaş bundan fayda sağlar herkes bunu bir kez daha düşünecektir.
İktidar mevkiindeki sorumluluk sahiplerinin ise; seçmene sorumluluk yüklemeden iki kere düşünme zamanıdır.
Şunu kimse aklından çıkarmasın.
Bu sonuca büyük katkısı olan içerideki ve dışarıdaki hıyanet cepheleri asla boş durmayacaktır, herkes aklını başına alsın ve ülkenin enerjisini boşa harcamasın.
İnsanımızın umudunu, hayallerini yıkmaya, Türkiye'nin vaktini boşa harcamaya kimsenin hakkı yok.
***
Bu seçimde Meclis'e bir irade yansımamıştır. Meclis'e yansıyan bu rakamlarla dört işlem yapılamaz.
Hele "Toplama işlemi" hiç olmaz..
Ama, çarpma, çarpışma, çarpıtma işlemleri fevkalade iyi yapılır, yeter ki kabiliyeti, kapasitesi yüksek, eğitimi müsait kişiler olsun!
Siyasi partilerin de bu kabil üyeleri Meclisimizin bünyesine katmış olduklarını yavaş yavaş müşahede etmekteyiz.
Temenni ederim bundan sonra Meclis müzakerelerinde YÜKSEK SÖZ hâkim olsun, fiziki güç yerine fikir gücü, gönül gücü kullanılsın.
Ama Meclis aritmetiği hiç umut vermiyor, "80'e 80" gibi sandalye dağılımları insanları korkutuyor. Çünkü oradaki çatışma sokağa misliyle yansır.
Çünkü bir süredir "siyasal güç" ne, "sayısal güç" nerede ve nasıl kullanılır karıştırır olduk. Hele silahlı güce mütemayil olan bir kesimin sayısal güce kavuşması tümüyle insanların umudunu kırıyor. Çünkü bazı bölgelerde sandığın nasıl kazanıldığını gördük, "defolun gidin" ihtarını da işittik ve atalar sözünü tekrar hatırladık.
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu...

gazete

4 Haziran 2015 Perşembe

Oyum kendime

Ahmet TEZCAN

Oyum kendime

4.6.2015

Evet, benim oyum kendime.. Bu seçim Türkiye'nin kendi olma seçimidir.
Türkiye bu seçimde ya kendi olacak ya da içeride ve dışarıda kaostan medet umanların karanlık planlarına kurban..
Biz sadece bir seçimlik düşünemeyiz. "Bana bir dört yıl verin. Sizden sadece dört yıllık görev istiyorum" demek bir seçimlik düşünmektir.
Bu seçim, bir kerelik, bir seferlik, bir seçimlik düşünenlerle, 100 -150 yıllık geçmişin ve geleceğin sorumluluğuyla bir hareket planı hazırlayanlar arasında geçmektedir. Erdoğan'ı hedefleyerek düşünmek bir seferlik düşünmektir. 10 sene sonra Erdoğan yok, dolayısıyla bu seçim Erdoğan'ı başkan yapma, AK Parti'yi iktidar, Davutoğlu'nu başbakan yapma seçimi değildir.
Bu Türkiye seçimidir. Kendiniz olduğunuz zaman meseleyi doğru başlatmış olursunuz.
İki seçenek var karşımızda, bir açık, belli, denenmiş bir yol, diğer taraf karanlık..
Ben aydınlığa oy vereceğim, benim oyum kendime..
***

Türkiye en az 60 yıldır kendi değildi, Türkiye'nin en önemli kararları başka mahfillerde alınıyordu. Evet, bir başbakanımız, cumhurbaşkanımız vardı ama onların da üstünde bir irade olduğu açıktı. Ülke için, Türkiye için onlar karar veriyorlardı. Kararsız koalisyonların, siyasi çekişmelerin, sen-ben kavgalarının nelere malolduğunu bu ülke iyi bilir. 45 bin faili meçhul cinayeti kimse unutamaz, unutturamaz.
Engin sağduyu seçimini yapacak ve yeniden bir maceraya ve kardeş kavgasına pirim vermeyecektir. Meydanlarda tartışan, çekişen, bağrışanların sayısı 10-15 bin kişidir.
Seçmen sayımız ise 55 milyon..
Yani Türkiye'nin 55 milyon düşüneni var.
***

Bizim seçimlerimiz nedense bütün dünyada yankı buluyor. Çünkü oturduğu topraklar her bakımdan müstesna bir coğrafya.
Dünyanın yüzde 70 enerji ihtiyacının karşılandığı ülkelere terminal.. Bunun için İspanya'dan İran'a Kanada'dan Japonya'ya kadar Türkiye'nin seçimiyle ilgilenmeyen yok.
Dünya basını bizimle meşgul adeta, hedefte de Erdoğan var. Seçim pusulasında olmayan ama herkesin hedefinde olan tek isim.. İçeridekini anlarım, ama New York Times veya İngiliz The Guardian gibi dışarıdakilerin, Türkiye'ye bu kadar yakın ilgisi ve ülkemin en tepe yönetimindeki en etkili ismin GÜÇSÜZLEŞMESİNİ istemeleri aklımın alacağı bir durum değil. Benim ülkemde bir isim, yerli bir isim cumhurbaşkanlığı gibi bir makamda olacak ama ülkesi üzerinde kontrolü olmayacak ve güçsüz olacak! Bu, anlaşılır bir durum değil.
Bölgede güçlü, etkin bir Türkiye istemiyorlar.
Bu yüzden bir bakıma Dünyanın seçimi bu seçim.. Bizim de üçüncü ve son sınavımız, Türkiye bu sınavı da başarıyla verecek ve kendi olmaya devam edecek. Biz olacağız ve kendi kararımızı kendimiz vereceğiz.

gazete

28 Mayıs 2015 Perşembe

CHPMHPHDPKKDHKPC..

Ahmet TEZCAN

CHPMHPHDPKKDHKPC..

28.5.2015

Buna 'paralel' olarak 've veya VPSPBBP' şeklinde ilaveler de yapılabilir.
Vatandaş da soruyor tabi, haklı olarak; "Böyle bişey olabilir mi arkadaş, aklım havsalam almıyor?!" diyor.
Ayniyle vakidir, çünkü bu durum ancak seçimlerde görünür hale geliyor.
Muhabirlik yaptığım dönemlerde seçim kampanyalarını izlerken kritik bölgelerde birbirleriyle kıyasıya mücadele eden particilere ben de soruyordum:
Yahu, sizin burada ne kadar çok parti var, her yerde siyasi parti tabelası asılı, her parti tam teşkilatlı, taraftarları, araçları var bölük bölük, konvoylarla zengin kampanyalar yürütüyorlar?! "Ankara'da bir tek parti var" dediğimde kafalarını hepten karıştırmış oluyordum..
***

Evet, Ankara'da yani Başkentte gerçekten bir tek parti faaliyetteydi aslında..
TEK PARTİ DÖNEMİ 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. DP kurulup iktidara gelmesiyle o dönemin kapandığını düşünüyorsanız kuvvetle yanıldığınızı söylerim.
Peki, Ankara'da faaliyet gösteren tek parti mi? Yazının başlığındaki gibi bir şeydi o da aslında.. Bu partinin ne genel başkanı, ne genel merkezi, ne de amblemi vardı ama bütün genel merkezlerle çalışmayı bilir, bulurdu.
Bir "GÜÇ" tü o, UFO tarifi gibi TANIMLANAMAYAN BİR GÜÇ..
Nereye, kime dayanır, nereden kuvvet alır, nasıl çalışır belli değildi ama bütün kesimlerin kuvvetle hissettiği bir güçtü.
Yalnız siyasileri değil, askerleri de yönetiyor, yönlendiriyorlardı. Seçim ne zaman yapılacak, kimler koalisyon kuracak, başbakan, içişleri, dışişleri, maliye, bakanları kim olacak hepsine onlar karar verirdi.
Menderes, Nihat Erim, Turgut Özal gibi bu çarka bir şekilde çomak sokanlar ise canlarından oldu. 17 değil, 45 bin faili meçhul cinayeti de bunlara hamledebilirsiniz.
***

Bir bakıma siyasi partileri oluşturanlar da onlardı zaten. Bu milletin emekçisine, işçisine, sermaye çevresine ayrı ayrı partiler kurdurdular.. Yetmedi, Aleviliğimizi, Kürtlüğümüzü teşkilatlandırıp siyasi parti adı altında kullandılar, böylece bütün varlığımızı ve değerlerimizi istismar ettiler. İşin garibi, bu partilerin başlarındaki belli başlı liderler de memleket sahnesindeki yerlerini "saygın siyasiler" olarak uzun yıllar korudular.
Sade vatandaş hiçbir fikir sahibi olamadı bu konuda, o bir tek partisini bildi. Bölünüp, parçalanıp güç kaybettiğimizin farkında bile değildik. Zengin, fakir, Kürt ya da Türkdük..
Alevi, Sünni, Müslim veya gayri Müslimdik ama hepimiz en önce particiydik!
"Çok partili hayat", "Değerler demokrasisi" filan dediler, ayrı-gayrılığı bize güzel gösterdiler. Aslında yaptıkları düşmanlık tohumları ekip durmadan körüklemekti.
Yıllarca milleti birbirine kırdırdılar.
Millet bu oyunu fark edip birleşince bu defa şaşılacak şekilde en aykırı uçları hissettirmeden bir araya getirmeyi, milletin karşısına blok olmayı yine en iyi onlar beceriyor?
Bu yüzden CHPMHPHDPKKDHKPC dedim yazının başlığına, VPSPBBP'yi de ekledim. Her parti ayrı kampanya yürütüyor ama aslında birler, silahlı kanat ve paralelle de birlikteler!

gazete

22 Mayıs 2015 Cuma

Nice yıllar kaybettik

Ahmet TEZCAN

Nice yıllar kaybettik

22.5.2015

Bir ucundan ötekine bütün yurtta caddeler, sokaklar, meydanlar parti bayrakları ve afişlerle donanmış durumda..
Hem de iç içe, üst üste tüm renk ve desenleriyle tam bir cümbüş... En ufak köyün bile direklerinde seçim kampanyasının işaretlerini görmek mümkün.
Arada bir kuvvetli bir anons ya da 'lay lay lom' lu seçim şarkısıyla irkiliyoruz.
Ufak tefek tartışmalar olsa da tam bir 'bayrak demokrasisi' yaşadığımız.
"DÜDÜK DEMOKRASİSİ"nden BAYRAK DEMOKRASİSİ'ne geçişimiz kolay olmadı.
***

Türkiye ilerliyor derken, on yılda bir düdük sesiyle uyarılıyor, uyandırılıyorduk.
Siyasilerin ne menem adamlar oldukları, nasıl çaldıkları, ülkeyi ne hale düşürdükleri pompalanıyordu kulaklarımıza üniformalı siyasilerce.
İlelebet sürmüyordu düdüğün demokrasisi, dışarıdakilerin teşviki ve içerdekilerin yardımıyla frene basmışken özlük haklarıyla birlikte durumlarını biraz iyileştirip hırslarını da yatıştırdıktan sonra yine onlara, yani siyasilere teslim etmek zorunda kalıyorlardı ülkenin idaresini..
Bölük pörçük koalisyonlar, iradesiz iktidarlarla nice ON YILLAR KAYBETTİK.
Sadece yıllar değildi kayıplarımız, her alanda her şeyi kaybediyorduk.
En önemlisi birbirimize güvenimizi..
***

Doyasıya yaşamakta olduğumuz bayrak ve afiş demokrasisi de bir gün bitecek.
Bunun çevre kirliliğinden öteye halk nezdinde bir anlam taşımadığı..
70 li yılların siyasi propaganda teknik ve taktiklerinin günümüzde işlemediği..
Bu usulle ne oy ne taraftar toparlanabildiğini, sadece birilerinin cebine para pompalanmaktan başka işe yaramadığını da bir gün anlayacağız.
O zaman belki gerçek demokrasiye ulaşabileceğiz.
Hiç kimse birbirini hıyanetle suçlamayacak.
İktidarı kazanan hemen ÖTEKİ temizliğine girişmeyecek.
Hatta, "İktidar ne verdiyse ben daha fazlasını vereceğim" sözü de -İYİ ŞEYLERE İYİ ŞEYLER KATMAK ADINA- o zaman bir anlam kazanacak.
***

Bu seçimin sonucuna ilişkin bir sözü aktarıp kapatalım.
Dostlar, bizim seçmenimiz seçeceği partiye veya adaya bakarak oy vermez..
Bizim seçmenimiz oy verirken seçmeyeceğine bakar.
Bu benim değil, siyasette önemli roller almış duayen bir siyasetçinin, eski meclis başkanlarından Ferruh Bozbeyli'nin tespiti..

gazete