29 Mayıs 2014 Perşembe

Kocatepe'de...

Ahmet TEZCAN

Kocatepe'de...

29.5.2014

Sorun yumağı! İnternet ortamında kocatepecamii.org sitesini görünce "Hımm, web sitesi de varmış" demiştim hayretle...
Meğer alâkası yokmuş, gördüğüm site İstanbul Bayrampaşa'da bir camiye aitmiş. Mahalleli aynı adla inşa ettirdiği cami için bir dernek kurmuş. Övgüye layık bir gayret... Bizim Kocatepe'ye gelince Başkent'in "ulu camii"dir bir bakıma ama sahibi, sahipleneni yok gibidir.
Burada Kocatepe Camii ile ilgili çok şey dile getirildi fakat tınlayan olmadı. Bizim ikazlarımız muhataplara hafif geliyor. Ama cemaatinin sarf ettiği sözleri duysalar kulaklarına kadar kızarırlar.

Kime niyet kime kısmet
Kocatepe Camii
bir bakıma Türkiye'nin tarihini ve talihini yansıtır.
Ne alâka demeyin.
Bir zaman Başkent siluetinde bu camiyi görünmez kılmak için askeri binaların geleneksel rengi olan kurşuni badanayla boyatmışlardır. O ağır rengiyle şehrin ortasındaki koca cami uçaktan ufuktan seçilemez olmuştu. Fikri Sağlar'ın bakanlığı döneminde de önüne bir otoparkla birlikte çay bahçesi, çarşı, konferans, düğün salonları ve saat kulesinden oluşan berbat bir kompleks yapılarak cami perdelenmeye çalışılmıştır. (Melih Gökçek'in son başkanlık döneminde burayı dümdüz edip Hacıbayram'da yaptığı gibi Kocatepe Camii'ni çevresiyle birlikte yemyeşil bir alan olarak Ankara'ya kazandırmasını dilerim. Bakın, Karayalçın'ın Hacıbayram çevresindeki rezaleti halâ silinemedi ve Başkentin kaç yılını aldı.) Yapılış hikâyesi de ilginçtir Kocatepe'nin.
Derler ki Menderes tasarladı, temelini atmaya yetişemedi Özal tamamlattı.
Ben de hatırlıyorum, uzayıp giden inşaat sürecinin parasızlıktan ileri geldiği Merhum'a duyurulunca Diyanet bütçesine 3 milyarlık bir ödenek ilavesiyle inşaatın ancak bitirilebildiği söylenmişti.

Kabul edemediler
Başkent'in
ulu camii Kocatepe, malum çevrelerce halâ da pek kabullenilmiş değildir.
Ne zaman söz konusu edilecek olsa Vedat Dalokay ile anılır; "Onun çizdiği proje gerçekleşmiş olsaydı" denir, Ankara'da kabul görmeyince projenin götürülüp İslamabad'da Faysal Camii olarak vücut bulduğu ve dünyanın en meşhur camileri arasında yerini aldığı dile getirilir. Sanırsınız Dalokay'ın çizdiği cami yapılsaydı bunu söyleyenler beş vakit namaza başlayacaklardı.
Oysa cenazede bile kenarda beklemeyi tercih ettiklerini çok gördük. Başkent zaten her konuda iki bölüktür, şehir olarak da öyle... Sıhhiye'ye kadar "Eski Ankara"dır, camileri, dergâhları, çarşıları, hanları hamamlarıyla tipik bir Anadolu'dur, insanı ısıtır. Sıhhiye'den sonraki, "Yenişehir" tabir edilen "öteki" kısmı Başkent'in resmi yüzüdür, soğuktur. Tek parti döneminde külahlı, poturlu halkın, yabancı misyonun arasında dolaşmaması için o taraftan bu tarafa geçişlerine pek izin verilmediği, zabıtalarca kovalandıkları söylenir. Kocatepe'yi saymazsak Yenişehir'in minareleri bile sayılıdır, merkezde yer üstünde benim bildiğim bir Maltepe Camii vardır, çoğu bodrum katların da bodrumunda, adeta yedi kat yerin altındadır merkezdeki camiler.
Neyse, bunca hatırlatmayı şunun için yaptık: Başkent'in bir Kocatepe sorunu var. Hem cami hem muhit olarak bu sorunun Diyanet'i olduğu kadar, Büyükşehir Belediyesi'ni, hattâ Genelkurmay'ı bile ilgilendiren tarafı var.
Trafik felç oluyor

Bir kere buradaki resmi cenaze törenlerinin, özellikle asker cenazelerinin Akseki Camii'ne alınması lazım. Olgunlar Sokak, Mithatpaşa, Tunalı, Libya caddeleriyle birlikte yan sokaklarda trafik felç olurken ölüyü de muazzep ediyorsunuz. Cami çevresinin paralı park alanına dönüştürülmesiyle zaten vatandaş yaka-paça durumda ve Diyanet Vakfı da seyirci, çok zaman taraf durumunda.

Çevresi çöplük
İkincisine inanamayacaksınız.
Camiinin kıble duvarı akşamları çöplük. Ankara'nın bu semtlerindeki tüm çöpler tekerlekli haral çuvallarla buraya biriktirilip ayrıştırılmaya tabi tutuluyor. Fevkalade çirkin bir manzara ve çok kötü kokuyor.
Şimdi led aydınlatma yapılarak Başkent'in ortasında bir elmas gibi parlayan caminin yığınla problemi var.
Yani içi, cami cemaatini dışı Ankaralı'yı yakıyor Kocatepe'nin.
Bana ulaşan ve benim gördüğüm birçok sorun iç içe.

Engelli

Mesela hiçbir engellinin Kocatepe Camii'ne girmesi mümkün değildir, cenaze için gelen bile musalla taşlarının önünde kalır bir santim bile ilerleyemez. 50 merdivenle çıkılır Kocatepe'ye… Haa, bir milyon liraya yaptırılan asansörü de bir yıldır çalıştırılmamaktadır mimarı izin vermediği için. Ama bembeyaz deri koltuklarla VİP salon dâhil bütün imam ve müezzinlere mükemmel odalar yapıldı ve tefriş edildi.
Haklarıydı, gerekliydi güle güle otursunlar. Ancak engelli ve yaşlı vatandaşlar da camiye kolayca ulaşabilsinler. Zaten bu camiye çoğu misafir görmeye, gezmeye ve iki rekât da olsa bir kerecik namaz kılmaya gelen ziyaretçilerdir.

Ses düzeni de bir alem
2000'den
fazla camide belki zevkle dinlenen ezanıyla Kocatepe'de bu ezanlar cami civarında tam bir akustik kirliliğe dönüşmektedir. Dört minarenin dördünde de hoparlörler çalışmaz.
Toplam 46 hoparlörden yalnızca yan taraftakilerden yayılan ses binalara çarparak yansımak suretiyle canhıraş bir durum arz eder, ezan da ezan olmaktan çıkar.
Didiklersek bitmeyen inşaatlardan ek bina harcamalarına kadar Diyanet Vakfı'na bir sürü can sıkıntısı olacak. Başkan Görmez tarafından yapılan çok iş var deniyor. Çevre sakinleri "Ne olur trafiği düzenleyin, çöpü kaldırın, ezanı minarelere verin yeter" diyor başka bir şey de istemiyor.

gazete

22 Mayıs 2014 Perşembe

Başkent'te siren sesleri

Ahmet TEZCAN

Başkent'te siren sesleri

22.5.2014

Başkent insanları siren seslerine, yanar-döner tepe lambalarına alışıktır. Hemen her dakika bir bakan, başkan ya da paşa aracı eskortlarıyla sağımızdan solumuzdan geçer. Tiz bir ambulans sesiyle irkiliriz bazen, cafcaflı çakarlar yetmez bazen, hemen sirene asılırlar, o da yetmez hoparlörden plakaya özel ikazı yapıştırırlar: 54 90 sağda bekle... Yaya veya araçta derhal çekilip, yol vereceksin, istersen verme?!.. Siren yahut sinyal ikazı aldığımızda biliriz ki; polis, ambulans ya da üst düzey zevatı taşıyan bir araç geçiyordur, gereklidir, geçiş üstünlükleri vardır, acil bir durumdur vesaire vesaire..

***
Ancak bu konuda anlaşılan ipin ucu iyice kaçmış gibi sanki! Yoksa ben mi yanılıyorum? Yalnız resmi zevat olsa neyse, önüne gelenin, her türden siren ve sinyal aksesuarlarını araçlarında rahatlıkla kullanır olduğunu düşünüyorum. Halbuki bunların kullanımıyla ilgili bir yönetmelik vs. mutlaka vardır. Dolayısıyla kimin, hangi araca bu aparatı takacağı ve hangi durumda kullanabileceği orada yazılı olmalı. Bir de mesela gece yarısı bu sesli ikaz cihazları rasgele kullanılabilir mi? Bunlar açıkça belirtilmiştir sanırım? Haksız kullananlara karşı bir cezai müeyyidesi dahi vardır diye düşünürken bu işin ölçüsünün ve de denetiminin kaçmış olduğu gibi bir duyguya kapılıyorum.

***
Geçenlerde kuvvetli bir siren sesi ile irkildim, "bekleme yapma, ilerle" deniyordu. Hayli sert tondaki bu ikazın nereden, hangi araçtan geldiğini anlayamadım. Sesin geldiği yönde başımı çevirdim ki ön panjuru mavi-kırmızı çakarları altlı üslü patlayıp duran, camları filmli siyah bir araç gördüm ama sivil plakalıydı, silip geçti yanımızdan... (Çakarlar ABD bayrağı gibi neden mavi-kırmızı o da merak konusu? Mavi yerine beyaz olsa milli rengimizdir.) Böylesi sert (nezaket dışı) uyarılar, Başkent'in bulvarlarında harcı âlem dolaşmasın istiyorum. Ben istedim diye değil, yaşlı, hasta, bebek çevrede bir dünya insan yaşıyor. Hele bir de şu kendine mahsus kask, gözlük, deri eldiven ve yelekli motorcular var, "savaş yıllarından kalmış gibiler, metropol kovboyları sanki..." sokakları yırtan egzozlarıyla bazı motorcuların başkentte sere serpe nasıl dolaşabildiklerine, trafik polisine hiç mi rastlamadıklarına hayret ediyorum! Bugün bütün bunlar İçişleri Bakanı Efgan Âlâ'ya arzımdır diyorum bizden daha duyarlı olduğunu düşünüyor, meseleyi kapatıyorum.

gazete

15 Mayıs 2014 Perşembe

Kömür karası bir gün...

Ahmet TEZCAN

Kömür karası bir gün...

15.5.2014

Bir trafo patladı ve içimiz yandı. Bir diş ağrısı başlıyor da dünyamızı karartıyor. Gerçekten Soma'daki facia da ülkemiz için maden kazalarında tarihin kaydedeceği en önemli olaylardan biri olmaya aday gibi görünüyor.
Üç gün 'Milli Yas' ilan edildi ama yürekler yanmaya devam edecek. Bütün minarelerden salâlar verilse yeridir. İşçi ailelerinin acısı içimize kor gibi çöktü. Bütün kutlamalar, seyahatler iptal edildi, devlet protokolü programlarını askıya aldı. Dilerim ölü sayısı burada kalır ama sanmam.
Patlama oluyor, maden toz duman...
İçeriye temiz hava verilse yangını büyütüyor vermeseniz sonuç malum?!
Yani ecele her yol açık çalışanın hayata yol bulması mucize bir olay... Çok acı, çok büyük kayıp... Başta işçi yakınları olmak üzere milletimizin başı sağolsun.
Tarihin en büyük maden kazası kaybı Fransa'da Pa de Calais madenlerinde 1906 yılında yaşanmış ve grizu patlaması sonucu 1200 işçi hayatını kaybetmiş.
Ülkemizde 1941'den beri maden ocaklarında kaybettiğimiz işçi sayısı üç binin üzerinde.
***
Gerçekten kaza bir trafo patlaması mı? İnsan bu soruyu sorma ihtiyacı duyuyor.
Çünkü geçmişte bu memlekette seçimi etkilemek yahut iptal ettirmek için C 4 patlayıcıyla takviye edilmiş akaryakıt tankeriyle içtima halindeki askerlerin arasına dalmayı bile denemişlerdir. Allah'tan saldırı daha önce istihbar edilmiş de helikopterden roket ateşiyle tanker birliğe ulaşamadan berhava edilmiş.
İki önemli seçim yaklaşırken düşünmeden edemiyoruz.
Şimdi Soma'dan da Gezi olayı benzeri bir sonuç çıkarmaya çalışacak olanlar çıkacaktır, hedefte de Devlet ve en başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. Nitekim bu yolda girişimlerin zincirleme biçimde başlatılmaya çalışıldığı görülüyor. Sosyal medyada çok sorumsuz çabaları ibretle izliyoruz.
***
Bu ülke yeryüzünün en değerli koordinatlarında bulunuyor ve sırf bu yüzden de hiçbir dönem rahat bırakılmamıştır. ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Albright, geçenlerde bir söz sarfetti, dedi ki; "Başka hiçbir ülke Türkiye'nin jeopolitik konumuna sahip değil." Türkiye'mizin bu konumunu bir biz kavrayamıyoruz. İdeolojik ve jeolojik kırılmaların kavşağındaki Türkiye enerji ve maden söz konusu olunca daha önemli hale geliyor.
Bakar mısınız?
Türkiye dünya madenciliğinde 10. sırada, dünyada ticareti yapılan 90 tür madenden 77'si ülkemizde ve 60 türünde üretim yapılıyor. Kömür rakamları da ilginç, toplam rezervimiz 12.9 milyar ton, ihtiyaç 104 milyon ton ve 24 milyon ton da ithal ediyoruz. Dünyada en fazla kömür üreten 11., tüketen 15. ülkeyiz. Bu yüzden nükleer enerji için bir çaba içinde Türkiye, Ortadoğu Petrollerinin de terminali olma yolunda...
Bir başka yazıda da nükleer rakamlarına değinmek üzere Soma'daki acıyı yürekten paylaşıyorum.

gazete

9 Mayıs 2014 Cuma

Baharı yaşamak

Ahmet TEZCAN

Baharı yaşamak

9.5.2014
Bizim nesil baharı hep Hıdırellez ile bildi ve öyle kutladı, 6 Mayıs'tı bizim bahar bayramlarımız.
1 Mayıslar için Bahar Bayramı denildi ama bayram olarak hiç kutlanmadı. "Emeğin, işçinin bayramı" dense de o gün ortada ne işçi ne emekçi görebildik.
1 Mayıslarda vatandaş da zaten dışarı çıkmamaya gayret ediyor, belli yerlerden de uzak duruyor, çocuklarını da o gün eve erken dönmeleri için sıkı sıkı tembih ediyor.
Velhasıl bir türlü bayram olarak kutlanamaz oldu 1 Mayıslar. 21 Mart'lar da öyle...
Babaannemin "sultan navruz"uydu
21 Mart, çiçekle anılırdı. Birkaç kök çiğdemi bir bardakta suya koyar, önüne oturduğu pencereden bahçeyi seyreder, sevinirdi.
Ne ateşten atlayan olurdu ne ideolojik bir anlam yükleyen, 21 Martlar bizim için sadece meteorolojikti.
***
Tartışma 70'li yıllara dayanıyor. TİP'in bildirisinde, -Sovyet tesiriyle olacak- "Türk işçileri dünya işçi sınıfının sadece bir parçası" olarak nitelenip 1 Mayıs'a vurgu yapılınca bahar ile ilgisi kesildi, ondan sonra da zaten bir hayırı kalmadı 1 Mayısların..
Hele Taksim inadıyla meydanlar eylemciye kalınca ne işçi konuşulur oldu ne de emek...
Toz duman ortalığı kaplayınca bir kısım sinsi deklanşörler de hemen mevzi alıyor ve 'en çarpıcı' kan ve gözyaşı manzaralarını kollamaya bayılıyorlar. Maksat haber değil, bağcı dövmek olunca bayram eylemciye kalıyor!
***
Haftaya Hıdırellez ile girdik, dümdüz bir Bahar Bayramı hıdırellez... Ne eli sapanlı, maskeli adamlar, ne TOMA'lar var bu bayramda... Militansız, maskesiz, molotofsuz, asırlardır olduğu şekliyle ve anlamıyla dümdüz bir bayram olarak herkesin bir şekilde kutladığı bir bayram Hıdırellez. Kargaşaya kan ve gözyaşına asla yer yok bu bayramda, memleketin 1 kuruş zararı da... Bilakis tam bir bahar sevinci ve neş'esiyle, "Rahmetini esirgeme ülkemizden" diyerek dualarla sessiz sedasız kutlanır.
Eskiden torunlara soğan kabuğunda yumurta boyanırdı, boyalı yumurtalar çayırda yuvarlanırken yeni nesil ve yeni ürün için dilek tutan ağzı dualı ihtiyarlarımız vardı. Mayısın 6'sı oldumu kırlara çıkılır, bebekler ninelerin dizlerinde uyutulurken gelinler, kızlar da bir türkü tutturarak, "tekecen, yemlik, kuzu kulağı, güneyik" gibi yabani bahar otları kazarlardı kırlardan, evden getirdikleri sarmalar dolmalarla üç nesil bir arada yerler eğlenirlerdi.
***
Halâ bir yerlerde bu bahar coşkusunu böyle yaşayanlar mutlaka vardır. Biz, çocukluk hafızamızda kalanları söylüyoruz.
İnsanımız Hızır ve İlyas peygamberlere hürmetini bereketle yaşıyor.
Yüzyıllara dayanan bir kültürdür Hıdrellez, barbekü-mangal partisi değildir, içki de içilmez, bolluk, bereket umulur, rahmet dilenir bahar coşkusu böylece anlamlandırılır.
Ne hikmetse memleketin huzuru pahasına her sene 1 Mayıs'ı iple çekenler var.. Olmaz olsundiyor ve umutla bahar bayramınızı kutluyoruz.
Bir şeyi daha...
Pazar günü ANNELER GÜNÜ ama Annemsiz... Onu rahmetle anıyor bütün anneleri de kutluyorum.

gazete

1 Mayıs 2014 Perşembe

Üç aylar kutlu günler

Ahmet TEZCAN

Üç aylar kutlu günler

1.5.2014

Biz ölümü daha çok mübarek günlerde hatırlarız nedense?! Kaygıyla, korkuyla meşhur şarkının mısralarındaki "dönülmez akşamın ufku" na gideriz. (Ha, sahi Yahya Kemal'in o şiiri sadece bir şarkıya güfte miydi acaba?! Münir Nurettin'in segâhında yeniden terennüm ve tezekkür gerek.) Ölüm ötesini tam anlamıyla pek kavrayamasa da, insanın kaygı ve korkularıyla kutlu gecelere, 'seçilmiş zamanlar'a sarılma, sığınma ihtiyacı duyduğu bir gerçektir.
***

Daha önce yazmıştım, yeri geldi bir kere daha tekrarlamak da yarar var. Bizim insanımız, ölümün de bir nimet olduğunu, zor ölümün Allah korusun, ne büyük külfet, kendine, çevresine en büyük ıstırap olduğunu bilir. Bu bakımdan "İki gün yatak 3. gün toprak" beklentisi Anadolu insanına yaşam felsefesi olmuştur. Toprak, bu dünya için hayatın ana unsuru olduğu kadar, ötesine olan inanmışlığın da kuvvetli ifadesidir ve bir iman eseridir. Öyle bekler ve öyle umut ederiz. Ölüm beklenir mi demeyin, kâmil insan için ölümün hayattan farkı ne ki? Hayatın ve ötesinin sırlarına ermiş, insan denen varlığın tüm kodlarını çözmüş olan Büyük Velî Celaleddin Rumî, insanın üç kez doğduğunu anlatır. Üç doğum varsa üç de hayat var öyleyse?! İlkini "ana rahmine doğuş" olarak adlandırıyor, rızkı kandır diyor. Ana karnında bebeğin tek besin kaynağıdır KAN, damarlardan besleniriz? İkincisi "dünyaya, güne, güneşe doğuş" ki rızkımızın bir lokma ekmek bir sahan aştan ibarettir biliriz.. Hz. Pîr, ölümle dirildiğimiz üçüncü doğuşa dikkatimizi çekmek ve çevirmek için anlatıyor bunları.. Biz korkarken onlar açlıkla beslendiler, hayatın ötesini 'uykuda yan değiştirmek' kadar basit görüp ölümü de "düğün günü" ilan ettiler. Dilsiz, dudaksız, harfsiz, yönsüz, iklimsiz bir hayatın envai çeşit lezzetlerini bize anlatmaya çalıştılar.
***

İşte ÜÇ AYLAR girdi, Recep, Şaban, Ramazan mutlu ve mübarek günler.. İçinde tahmin ötesi sırlar barındıran SEÇİLMİŞ zamanların anlamını, önemini ve derinliğini bilen bilir. Seçilmiş diyorum çünkü SEÇİLMEK ona KIYMET yüklemektir. Hâlık, günü zamanı seçti Cuma, Ramazan, bayram, kutlu gece Kandil oldu… Taşı seçti elmas, zümrüt, yakut oldu… Toprağı seçti Hicaz oldu, üstüne Kâbe konduruldu... İnsanı seçti yaratılmışların en şereflisi oldu, nebi, eren, evliya oldu. Seçilmiş, kutlu günlerde yükselmek, yücelmek dileğiyle...

gazete