31 Aralık 2014 Çarşamba

2015 Işık Yılı'ymış Allah muhafaza!..

Ahmet TEZCAN

2015 Işık Yılı'ymış Allah muhafaza!..

1.1.2015

Birleşmiş Milletler'in eğitim, bilim ve kültür örgütü UNESCO, 2011'i Uluslararası Evliya Çelebi Yılı, 2012'yi Itrî Yılı ilan etmişti.
Ünlü haritası dolayısıyla Piri Reis'e 2013'ü hasreden örgütün, son saatlerini yaşadığımız 2014'e yine bir Türk büyüğünün, Gaspıralı İsmail Bey'in adını verdiğini bilmem hatırlayanımız var mı?
Tüm dünya Müslümanlar'ı için "Dilde, fikirde ve iş'te birlik" doktrinini kuran ve savunan ünlü Türk düşünürü İsmail Bey'in Gaspıra'sı Kırım'dadır ve 2014 Kırım için kâbus olmuştur.
***

UNESCO, on yılları da kümeleyip çeşitli konulara hasrediyor. Mesela 2013-2022 Uluslararası Kültürel Yakınlaşma On Yılı... Ama yakınlaşma hak getire, aksine kuvvetleniyor. UNESCO'yu yöneten BM, yani Birleşmiş Milletler teşkilatıdır ve BM'nin dünyada hiçbir savaşı durdurabildiği görülmemiştir. Almanya'daki göçmen karşıtı, İslâm düşmanı PEGİDA hareketi Avrupa'ya yayılma istidadı gösteriyor. İsveç'te 4 günde 2 camiyi kundakladılar. İsviçre'de İslâm'dan nefret edenler Facebook'ta camilerin yakılması çağrısı yapıyorlar. (Schweiz am Sontag) UNESCO kararının aksine TEHLİ-
KELİ
bir yakınlaşma söz konusu?! 67. Genel Kurul'da güya "Barış için kültürler ve dinler arası diyalog, anlayış ve işbirliği" hedeflenmişti.
Dazlakların PEGİDA çılgınlığı ile aynı anda başlamış oldu bu ON YIL...
***
Perşembeyi çarşambadan kestirmek diye bir deyim var. UNESCO'nun 2005'te başlattığı ve 2014'le bugün sona eren ON YIL'ın konusu neydi biliyor musunuz?
İkinci Uluslararası Dünya Yerli Halklar On Yılı... Peki, Asya'dan Afrika'ya milyonlara varan yerli halkların birbirini bu kadar doğradığı, kızların kaçırılıp meçhul akıbetlere uğratıldığı bir başka on yıl gösterebilir misiniz? Myanmar'da Budistler MÜSLÜMAN KATLİAMI'nı sürdürüyor, Tayland'da kitlesel işkencelerle devam ediyor İslam düşmanlığı. Afrika El Şabab ve Boco Haram örgütlerine teslim ve...
Hür dünya elini kolunu bağlamış oturuyor.
Hayır, oturmuyorlar, -yanlış anlaşılmasın UNESCO değil,- bütün bunları onlar tezgâhlıyor. Bakın Türkiye tezgâhı tutmayınca Bağdat'ı, Şam'ı, Kahire ve Trablus'u ateşe veren de onlar.
***

Şimdi sıkı durun dostlar...
Yılın son saatlerini yaşarken 2015'in yine UNESCO tarafından ne yılı ilan edildiğini bilin bakalım? 2015 ULUSLARARASI IŞIK YILI!.. Evet, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 68. oturumunda 2015 yılını Uluslararası Işık ve Işık Temelli Teknolojiler Yılı (IYL-UIY 2015) olarak ilan etti, sponsor 35 ülke arasında Türkiye de var.
Başınızı ellerinizin arasına alıp 2015'i de -ağzımdan yel alsın- dehşetengiz bir Siber Savaş'ın beklediği tahminiyle "Eyvaah!" dediğinizi duyar gibiyim. 2015 Sidney'den yola çıkmadan Kuzey Kore'nin Sony atağı ABD'den karşılık buldu. K. Kore'nin interneti kesildi, 3G'den de oldu. Büyük lider Kim durur mu? Obama'ya "Maymun" diyerek Beyaz Saray'ı patlatacağını, 1800 kişilik hacker ordusu kurduğunu duyurdu.
İşte size 2015 Işık Yılı, hayırlı olsun, Allah bugünlerimizi aratmasın.
Bu köşede şimdiye dek ağırlık Ankara olmak üzere hemen her konuya değindik, yazdıklarımızı toplasaydık 55 sayfalık bir kitap olurdu. DUR diyen yok, haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.

gazete

24 Aralık 2014 Çarşamba

95 yıl önce

Ahmet TEZCAN

95 yıl önce

25.12.2014

Bu Cumartesi Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 95. Yıldönümü. Neredeyse tam bir asır... Bu süre içinde Ankara neler yaşadı neler?! Ancak bu son yüzyılın tarihe tam olarak yansıdığını söylemek ise çok zor... Bakın 95. Yıl etkinlikleri yine "Atatürk şuradan şehre girdi, şöyle karşılandı, böyle dedi" ile kalacak ve ondan ötesine geçilemeyecek. Madem "Yeni Türkiye" diyoruz, yeni şeylerin söylenmesi lazım. Gazi'nin Ankara Hayatı bütün ayrıntılarıyla bilinmeli. Bundan neden kaçınılıyor, arşivler araştırmacılara tam olarak neden açılmıyor? Atatürk'ün vasiyetinin kamuoyuna açıklanması için 100. Yıl mı bekleniyor?
***

Ankara'nın tarihi İstanbul'dan eski belki ama Ankara'nın Ankara olması Mustafa Kemal ile oldu muhakkak. Şehircilik anlamında bilhassa Atatürk'e çok şey borçluyuz. Bir ara Kayseri ve Konya başkent için düşünüldü ama O, Ankara kararında direndi. Ankara'nın yeni mücadelede "power switch" yani Anadolu'nun yeni "güç anahtarı" olacağını biliyordu. Öyle de oldu; Samsun'dan başlatılan yeni mücadelede Ankara, Modern Türkiye'nin kuruluşunda önemli rol aldı.
***

Ankara ve Atatürk ilişkisinde de yeni şeyler söylemenin zamanı gelmiştir. Bu noktada en önemli görev üniversitelerimize düşmektedir. Vakıf üniversiteleri dahil 20 üniversitemiz Başkent'te eğitim öğretim hizmeti veriyor, Ankara bu açıdan da önemli bir üs, üniversite gençliğiyle şehir adeta bir kampus... Peki, bu üniversitelerimiz Ankara'ya ne veriyor? Üniversitenin görevi yalnızca eğitimöğretim hizmeti vermek midir? Eski ezberlerin terk edilerek Başkent Ankara'yı, Mustafa Kemal'in Ankara'sını yeniden yorumlayıp Yeni Ankara'ya yeni ufukların açılması gerekmektedir. Cumhuriyet'in bütün simaları, yaşadıkları yerler, Başkent'in imarı, Ankara'da görev yapan diplomatlar, onların Ankara hatıraları daha nice konular araştırmacıları bekliyor. Arşivlerin tozlu rafları kim bilir neler saklıyor?!.
***

Bu defa ve her defa bu törenler belediye, garnizon komutanlığı heyetleri ile seğmenlerin Anıtkabir ziyareti ve Aslanlı Yol yürüyüşleriyle sınırlı kalmaktan, anı defterleri "Önderliğinizde... direktiflerinizle... ilkeleriniz doğrultusunda..." basmakalıp cümleleriyle doldurulmaktansa yeni şeylere yeni arayışlara yönelmelidir. Benim de üyesi bulunduğum Başkent Ankara Meclisi bu anlayışı değiştirme çabasıyla, Kültür Bakanlığı, Valilik ve Güzel Sanatlar işbirliğiyle bir etkinliğe imza atıyor. 27 Aralık Cumartesi günü saat 19.30'da Gençlik Parkı Tiyatro Salonu'nda sanatçılarımız bir konser verecek, seğmenlerimiz de geceyi renklendirecekler. Başkan Nevzat Ceylan tüm Başkentliler' in eş-dost ve çocuklarıyla bu özel geceye davetli olduklarını bildirdi.

gazete

17 Aralık 2014 Çarşamba

Ölümü kutlamak...

Ahmet TEZCAN

Ölümü kutlamak...

18.12.2014

Bir süredir Konya'da O'nun "düğün günü"ne katılamıyorum, ama o düğünde kimin "gerdeğe" girmiş olduğunu biliyorum. Neden mi söz ediyorum?! 741'incisi gerçekleştirilen ihtifaller için Hz. Mevlâna "Şeb-i Arus" yani "düğün günü" benzetmesi yaparken; düğüne herkes gider de diyordu gerdeğe bir kişi girer... Ölüm gününü kutlayan, kutlanan yer yüzündeki tek kişidir, ER kişidir Mevlâna... Aşıkların Pîr'i bu sözlerle insanlara bir şey anlatmaya çabalamaktadır ve bunu en iyi bildiğimizi sandığımız metafor üzerinden yapmaktadır. Düğünlü, gerdekli anlatım da bu cümledendir. İnsanoğlunun en çok meşgul olduğu, titizlik gösterdiği ve gelenek geliştirdiği alandır düğün, düğünümüz miladımız olur çoğu zaman.
***

Şebi Arus törenleri günümüzde devlet ve siyaset adamlarının -nedense- mutlaka bir konuşma irad etmeyi arzu ettikleri bir gün olmanın ötesinde; Mesnevî, Mevlevî iklimine uygun ortamın oluşturulabildiği bir gün de değildir ayrıca. Aslında 17 Aralık, muayede yani bayramlaşma günüdür, kandil gibi özel günlere raslayan günlerde Mevlevîler, özel ihtifaller yaparlardı ve o günün "semâ"sı da, törende geçilen ayin-şerif de diğer günlerden farklı olurdu. Bir ibadetti onların icra ettikleri... Esas anlamıyla 17 Aralık bir bakıma, Hristiyan'ı, Musevi'si, Müslüman'ı tüm semavi din mensuplarının, tüm insanların aynı cenaze(!) için buluştukları günün tarihidir. Dini, dili, mezhebi, meşrebi farklı birçok insan o gün O'nun öldüğünü sanarak aynı mevtaya(!) ağlayıp gözyaşı dökmüşlerdir. (Kur'an, onlara "ölü" demekten bizi men ettiğinden ünlemli cümleler kuruyorum.) Hz. Mevlâna ölümü, uykudaki insanın yatakta sağına soluna dönmesi gibi değerlendiriyor. İşte, sağ omuz üstünde uyurken (dünyadasın) öldün döndün sol omuz üstüne, göçtün öteki dünyaya, böyle bir şey. Bedeninden kurtulup sevgiliye kavuşmayı da onun için düğün kabul ediyor ve kutlanmasını istiyor, ölüyü sevip diriye düşman olmamak gerektiğini de yine o söylüyor. 30 Eylül de Hz. Pîr'in doğum tarihidir ama -işin içinde olanlar hariç- kutlayanı var mıdır bilmiyorum?!
***

O'nun ruh dünyası, sekiz asır geçmiş olmasına rağmen hep diri ve taze... En meşhur eseri Mesnevî'si, Divan-ı Kebir'i, sohbetlerinden derlenmiş "Fîhi mâ-fîh" ve ayrıca "Mecalis-i Seb'a" ve "Mektubat" adlı eserleri O'nun zengin ruh dünyasının yansımalarıdır ve insanlığın da derdine devadır. Çünkü bu eserlerin odağındaki varlık insandır, imandır, inançtır ve onu yücelten değerlerdir. Ve son söz Mesnevi'den... "Nice Hindu ve Türk vardır ayrı dili konuşur aynı şeyi söyler... Ama nice Türk vardır aynı dili konuştukları halde aynı şeyi söylemezler." Gönül birliği olmazsa bir şey olmaz, bizim bugün Hz. Mevlâna'dan çıkaracağımız ders budur diyorum, AŞK ile Hazret'i Huu diyerek selamlıyorum.

gazete

15 Aralık 2014 Pazartesi

Çok yaşa SABAH Ankara

Ahmet TEZCAN

Çok yaşa SABAH Ankara

16.12.2014

Arkaya dönüp bakınca anlıyorsunuz ne kadar mesafe kat ettiğinizi.
Şu gazetede diyorum; İşte tamı tamına 8 yıl olmuş yazmaya başlayalı, istikrarla...
8 koca yıldır SABAH Ankara'dayız. Her şeyi yazıyoruz, karşılık da buluyoruz.
Önceki yıllarda, neredeyse her gün Başkent'in gününü güncelini kovalıyorduk.
Şimdi de öyle, tecrübeli gazeteci Osman Altınışık yönetiminde, Aslı Uyur Öztürk ve ekibiyle her gün Başkent'in gözü, kulağı, dili olmaya devam ediyor.
Sabah Ankara ile Başkent'te bir "İLK" başarıldı.
Her şeyde, her işte İLK olmak önemlidir, bir öngörüyü ifade eder.
Öteki gazeteler birer Ankara sayfası ile yetinirken SABAH Ankara dolu dolu koca bir ek, adeta başlı başına bir gazete ile Başkent'in nabzını tutuyordu.
2005'e veda ederken Başkent'e merhaba diyen SABAH Ankara elimize doğdu adeta... Haftasında biz de başlamıştık zaten yazmaya, halen de devam ediyoruz ilk günün heyecanıyla...
SABAH Ankara, Yeni Türkiye'nin lokomotifidir.
Ve 10'uncu yaş gününde tüm kadroyu kutluyor
SABAH Ankara'ya nice yıllar diliyorum.
Çok yaşa SABAH Ankara..

gazete

10 Aralık 2014 Çarşamba

Osmanlıca olmaz 'Turkche' olsun!

Ahmet TEZCAN

Osmanlıca olmaz 'Turkche' olsun!

11.12.2014

Bana bir radyo ver, eme içinde Necip Aşkın olmasın... 1930'lu yıllardı, radyo satın almak için Ankara'da Vehbi Koç'un yeni açılan mağazasına giden vatandaşlar böyle diyorlardı. Radyolardan Türk müziği yayınları tümden kaldırılmış ve yalnızca Batı müziği çalınmaya başlanmıştı. Necip Aşkın da o yıllarda Ankara radyosunda batı müziği sanatçısıydı. Yasak talimatının İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör'den gittiği söylenir. Türkü şarkı yasaklanmış, harf inkılabı gibi musıki inkılabı da yoldadır. 8 ay kadar sürer yasak ama yapacağını da yapar. Vatandaşın Arap musikisine fazlaca yönelmesinin sebebi olarak da bu yasak gösterilir.

***
Sözü musikiden açtık ama Osmanlıca'ya getireceğiz. Ülkemizdeki düzenin, yaygın bir kültür devrimi aracılığıyla ve işe "sıfır" noktasından girişilerek kurulmaya çalışıldığı herkesin malumu. Alfabe değişikliği bu açıdan büyük önem taşıyor. O günün şartları içinde okuma yazma oranı da oldukça düşük. Gerekçe olarak Arap alfabesinin zorluğu gösterilir, o halde bu zorluk derhal aşılmalıdır! Meselenin arka planına zum yapan yok. Balkanlar'ı iki yılda terk etmişiz. Kafkaslardan Yemen'e kadar 7 cephede, beş yılda beş milyon insan kaybeden ne başka bir devlet, ne başka bir millet gösterilebilir. Bütün okumuş yazmışlarımız da bu kayıplara dâhildir. Vatan sınırı mülk sınırı olmuş, tek ferdin dahi kaybına milletin artık tahammülü kalmamıştır. "Millet cahildi" demek kolay!

***
Benim mesleğe başladığım yıllarda çalıştığım gazetenin eski hurufat kasaları bir köşeye yığılı, toz toprak içinde yıllarca bekletildi. O eskimez alfabenin kurşun harfleri sonunda dizgi makinesinin potalarına atılarak eritildi yüreğimle beraber. Biz o harflerle çok büyük ve yüce bir medeniyet kurmuştuk oysa.. Başbakan Ahmet Davutoğlu, hazır gelmişken İngiliz mevkidaşına Londra Ticaret Odası'nda bir zamanlar "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın" yazısını hatırlatmalıydı. Hollandalılar da Türklerle iş yapan ticaret odası üyesine çift oy hakkı tanıyordu bir dönem. Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt; "150 yıl Türkler tarafından yönetilmemiz bir bir şans..." diye boşuna söylemiyor. Rus baskısına dayanamayıp ABD'nin Utah bölgesine göç eden Normanların "Tanrımız, Osmanlı'nın gücünü artır ki gelip bizi kurtarsınlar" duası ise kilise defterinde kayıtlı. Böyle yüzlerce örnek verilebilir, ESKİ denilen harflerle muhteşem bir medeniyet kurmuştuk, kökümüzden koparıldık!..(Gök Han Çayırlı'nın, Sokak Kitapları'ndan çıkan YİTİK HAZİNE'sini hemen okumalısınız.)

***
Şimdi yolsuzluk sıralamasında yükseldiğimizi yazanlar, Osmanlıca'ya da karşı çıkanlar. Meseleye yalnızca kültür ve maneviyat açısından da bakmamak gerekir. Aslında olay neydi biliyor musunuz? Bakın söyleyeyim: Dünyanın yüzde 70 petrol ihtiyacı Arap ve Fars coğrafyasından karşılanmaktadır ve bizim petrol bölgelerindeki ülkelerin kullandığı alfabeyle tüm ilişkilerimizin kesilmesi gerekmekteydi! Alfabeyle değil, o coğrafyayla bağımız koparılmak istendi. Tüm varlığımızla adeta Yunanlaştırılmalı ve yönümüzü sadece Batı'ya dönmeliydik. Bunu kendileri söylüyorlar.

gazete

3 Aralık 2014 Çarşamba

Devlet geleneği

Ahmet TEZCAN

Devlet geleneği

4.12.2014

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı'nın Beştepe'deki sarayında düzenlenen törenini ekrandan izlerken bunları düşündüm. Türkler tarih sahnesinde aşağı yukarı 3 bin yıldır var. Kurduğumuz devlet sayısı da bilindiği üzere 16 filan da değil, isim isim sayıları 112'yi, kimi kaynaklara göre de180'yi buluyor. 'Bu kadar yıldız sığmaz' diye herhalde Cumhurbaşkanlığı forsunu 16 yıldızla sınırlamış olmalılar! Ya da sadece imparatorlukları aldılar kim bilir? İlk büyük Türk devleti olarak Hun İmparatorluğu, Japon Denizi'nden Hazar Denizi'ne kadar olan coğrafyada 436 yıl hükümran olmuş. Cihanşümûl (yani evrensel) son Türk Devleti-ki adı Osmanlı İmparatorluğu da olsa-36 Hükümdarıyla 641 yıl üç kıtada hâkimiyet kurmuş bir Türk Devleti olarak tarihe adını yazdırmış.

***
Yaklaşık bir asırdır böylesi büyüklükleri düşünemez olduk. Bu millete bir şey oldu, "Biz yapamayız, bizden çıkmaz" kompleksine düştük, zihnimize, zekamıza, -kelime manasıyla söylüyorum- marifetimize bizzat hakarette bir beis görmez olduk, hayret! Ferden ferda hayranlıklarla ifade edilen harikuladeliklerimizi tevazuyla takdim eden büyük millet, maalesef bu derekelere düşürüldü. Ve o imparatorluğun içinden çıkardığımız Cumhuriyet Türkiye'mizin, bu süre içinde çok köklü devlet gelenekleri oluşmuştur. Bu geleneklerin yeniden devlet protokolüne yansıtılması gerekir, ama zamanla ve yeri geldikçe. Aksi halde kendi içimizde hemen yersiz tartışma ve çatışmalara düşüyor, zamanı bunlarla heba ediyoruz.

***
Osmanlı'da "cuma selamlığı", "cülus merasimi", "kılıç alayı" gibi dünyanın hayranlık duyduğu muhteşem protokoller yaşanırdı. Padişahlar Eyüp Sultan'da kılıç kuşanır, arz odasında cülus tebrikleri kabul edilirdi. Saray kapısı "babüssaade" idi, "devletinle bin yaşa" veya "mağrur olma" diye haykırılarak hükümdarlar bizzat vatandaşları tarafından yüzüne karşı uyarılırdı. Bunlar yalnızca "hükümdarın şanından ileri gelen gelenekler" olmasa gerek! Asırlar içinde oluşmuş DEVLET gelenekleridir. Bugün bu makam 21 pare top atışı ile selamlansa da sırf ideolojik sebeplerle hak ettiği itibarı maalasef görmüyor. Devletin, milletin ve vatandaşların en onursal makamıdır burası, konuşurken, eleştirirken cümlelerin dikkatli kurulması gerekir. Devletle siyasetin ayırt edilmesi lazım, siyaseten karşı çıksan da devletine sahip çıkacaksın.

***
Eskiden büyük törenlerin halk tarafından izlenmesine müsaade edilir dilek ve ricalar da bu arada toplanırmış. Yabancı temsilciler de davet edilip ihtişamın diğer başkentlerde de konuşturulduğunu biliyoruz. Şimdi de diyorum inşallah imkân ve kabiliyetlerimiz her alanda büyüyor, güçleniyor ve yükselme yolunda hızla ilerliyor. Türkiye'miz imparatorluk olmayacak ama 780 kilometrekarede bu muhteşem coğrafyanın en etkin devleti olacak, buna inanıyor güveniyor ve bekliyoruz. Dünkü konuşmalardan çıkardığım sonuçtur bu.

gazete

26 Kasım 2014 Çarşamba

Ankara enerjisi

Ahmet TEZCAN

Ankara enerjisi

27.11.2014

Haftaya çok enerjik başladık, Enerji Kongresi ve Fuarı vardı bu hafta Başkent'te. Sektörün önemli aktörleri Ankara'daydı. Ankara, enerjinin temsilcilerini ağırlarken; iyi ki bu salonlar yapılmış dedim ATO salonlarına bakarak... Çevredeki beş yıldızlı otellere de bakıp gururlandım. Şimdi "Neden adı Congresium?" veya "AOÇ arazisi otellere peşkeş çekiliyor" filan demenin zamanı değil. Çok değil bundan 10-15 sene önce bu çapta etkinliklerin yapılabilirliği salon yoktu koskoca Başkent'te... İnsanlar bir program tasarlarken önce mekan telaşına kapılıyor, "nerede yapacağız, onca misafiri nerede ağırlayacağız" diye stres yaşıyorlardı, sonra da ya çap küçültüyor veya vazgeçiyorlardı... Devlet erkanı dahi yabancı devlet ricaline rahat davet çıkaramıyordu, "ağırlama" işini ağırdan alıyordu bu yüzden. Bunu şimdi bilhassa Cumhurbaşkanlığı Sarayına laf edenlere söylüyorum. AOÇ arazisini-tabirimi bağışlayın- en fazla tırtıklayan Milli Savunma olmuş, toplu konut kooperatifleri için AOÇ arazisinden arsa tahsisi bile yapılmış... O zaman neredeydiniz diye sormak lazım.
***

Neyse şimdi konumuz enerji. Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın dediği gibi ne ağaçtan vazgeçeriz ne santralden, bir denge tutturmak durumundayız. Konforla otomobil koltuğuna kurulup gaza basarken yahut bütün ışıkları açıp göz kamaştıracak şekilde ortamı aydınlatırken enerji konusunu düşünmek durumundayız. Başkent'in uluslararası nitelikteki Enerji Kongresi birçok bakımdan yararlı oldu. Organizasyonun Ankara'da olması pek çok avantaj sağladı. Bürokrasinin üst düzey yetkilileri ve pek çok büyük enerji şirketi fuarda buluşma imkanı buldu. Bu güzel ülkenin çevresindeki bütün karışıklıklar ve kavgalar toprak yüzünden, toprak değil, asıl toprağın altında yeryüzüne çıkarılmayı bekleyen enerji nedeniyledir. Enerjinin sağladığı konfor kanla kazanılıyor maalesef. Türkiye ise kabarık enerji faturası yüzünden bin bir sıkıntıya duçar oluyor. Dünyanın yüzde 70 enerji ihtiyacı bizim mahalleden sağlanırken, Türkiye bu enerji akışına terminal olmak zorunda. Enerji sorununu bu yolla aşmalıdır ve aşacaktır inşallah. Dolayısıyla bu tür kongre ve fuarların gerçekleşmesi ve dünya devlerinin buna ilgi duyması çok önemli. Sektörün en önemli kurumları ve büyük ölçekte birçok inşaat ve enerji firmalarının yönetim merkezlerinin Ankara'da olması, etkinliğin Başkent'te yapılmasını zorunlu kılmış olmalı. İki gün boyunca binlerce delege bu etkinlikte buluşmuş oldu.
***

Bir şey daha oldu. Ankaramız üniversiteler şehri aynı zamanda, benim bildiğim 20 üniversitesi var Başkent'in. Enerji kongresiyle ilgili olan üniversitelerden ODTÜ başta olmak üzere Atılım, Batman, Erciyes, İstanbul Teknik ve Recep Tayyip Erdoğan Üniversiteleri de bu kongrede "Petrol ve Doğal Gaz" konusunda bilgilerini yarıştırdılar. Yarışma sonunda en yüksek puanı Orta Doğu Teknik Üniversitesi Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü takımı alarak birinci oldu. Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mahmut Parlaktuna da öğrencileriyle gurur duydu. ODTÜ'yü sadece ağaç kesmesiyle değil, başarılarıyla da anacağız...Çürük ağaçların devrilip insanların ölümüne yol açtığı bir memlekette yaşadığımızı unutmadan.

gazete

21 Kasım 2014 Cuma

Hasbıhal

Ahmet TEZCAN

Hasbıhal

22.11.2014

Anne-baba çocuk ilişkileri daima sorunludur.
Belli bir dönem de olsa çocukların istenmeyen davranışlar içinde bulunmaları ebeveynler için endişe kaynağıdır ve sürekli şikayet konusudur. Kısaca "kuşak çatışması" olarak ifade edilen anlaşmazlıkların sosyal, kültürel hâtta cinsel bir yığın izahı yapılmaktadır. Çocuk eğitiminde taa bebeklikten başlayarak onların bütün taleplerine hep karşı çıkmak yahut onların her istediğine olumlu karşılık vermek çok önemli.
Öncelikle bunu bilmek gerekiyor.
***
Kurduğumuz kent hayatı içinde çocuklar tümüyle kontrol altında değiller. Her daim birlikte olanların da renkli oyun hamuru gibi onlarla oynadıklarını görüyoruz şuursuzca. Sonucun nereye varacağı hiç hesaplanmıyor. İnanç, milli ruh, kültür, gelenek gibi eğitimin temel belirleyicileri bugün ikinci planda maalesef...
"ELE-GÜNE KARŞI" durum nedeniyle GÖRSELLİK daha ağır basıyor.
Halbuki biz "içsel, işitsel" bir medeniyetin çocuklarıydık, onun için temel eğitimimiz "OKU"mayı emrediyordu.
Batının yeniden keşfedip BEST-SELLER yaptığı Hz Mevlâna'nın 26 bin beyitlik Mesnevisi'nin "Bişnev" yani DİNLE diye başlaması da bundandı.
Çünkü insanı sadece okumak ve dinlemek değiştiriyor, geliştiriyor, yükseltip yüceltiyor, yeme-içme, giyinme, gezmeyle değil... Gezdiklerimizi gördüklerimizi anlatmaktan da büyük zevk duyarız. Nasıl bir duygu uyandırdığını düşünmeyiz.
Görsellik insana yetmez, çabucak eskir, hemen değişmesi istenir. Çocuklar bunun için yeni oyuncaklar isterken, anne-babalar da bir imkan bulduklarında hemen arabalarını, evlerini, hatta muhitlerini değiştirme eğilimindedirler.
***
TATMİNSİZLİK çağın en büyük sorunudur yaptıklarımızın ilgi çekmediğini düşünürüz, anlamayız, anlaşamayız bir türlü... İntihar vakalarının tatmin duygusuyla çok yakın ilişkisi olduğu bilimsel olarak saptanmıştır.
Yaşadığımız hayatın kurallarını kendimiz çizmek isteriz, tabi olmayı bilmeyiz, istemeyiz de.
Çünkü çağın anlayışında böyle bir şey yok artık. O yüzden hepimiz sesimizi yükseltmek ihtiyacı duyarız. Sesimizi değil, sözümüzü yükselterek belki daha kolay anlaşabileceğimizi bir türlü bilemiyor, bulamıyoruz. Bizden bir şey bulamadıysanız(!) Batılı bir eğitimci olan Leo Buscaglia'nın "Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek" adlı eserini mutlaka okuyun. Leo, gerçek mutluluk kaynağını "BEN" değil, "BİZ" diyerek bulabileceğimizi, sevgiyle sağlıklı ilişkiler kurabileceğimizi söylüyor. Geçen hafta biz de bunu söylemiştik ama Mesnevî'den söylemiştik, "BİLGİ-İLGİ ve İLLAKİ SEVGİ" demiştik.

gazete

12 Kasım 2014 Çarşamba

Bilgi, ilgi ve sevgi

Ahmet TEZCAN

Bilgi, ilgi ve sevgi

13.11.2014

Mesnevi'sinde insan ilişkilerinin üç ayak üzerinde durduğunu söyler Hz. Mevlâna… Bu, bilgidir.. ilgidir.. ve illaki sevgidir.. Sevgisiz nasıl bir ilişki kurulur ve bu ilişki nasıl olur o da ayrı bir bahis mevzu tabi ki.. Sözü edilen, insan ilişkileri açısından dikkat çekilen bir durum ama esas itibariyle kurumsal anlamda ya da ülkelerarası ilişkilerde bunların yeri olmaz demek doğru değil; Her türlü ilişkinin temel umdesidir bilgi, ilgi ve sevgi..

***
Vaktiyle bir görevle Bangkok'a yolumuz düştü. Türkiye'nin Tayland ile diplomatik ilişkilerinin 50. yılıydı, TRT'den, RTÜK'ten, Anadolu Ajansı ve Basın-Yayın'dan teşkil edilen dört kişilik bir heyetle gitmiştik. Türkiye'deki resmi iletişim kurumlarının temsilcileri olarak Tayland'ın mütekabil kuruluşlarını ziyaretti maksadımız. Bu münasebetle çeşitli etkinlikler tertiplenmiş karşılıklı hatıra pulları filan bastırılmıştı. Asıl gayemiz uluslararası ajans, gazete ve TV kanallarını araya sokmadan iki ülke arasında doğrudan haber akışını milli kuruluşlarımız vasıtasıyla sağlamaktı bir bakıma.. Yani dost ülkelerle aracısız, doğrudan ilişki.. Daha sonra yeni adımlar atıldı mı, girişim öylece kaldı mı bilmiyorum. Biz koptuk ancak bu konu bugün ülkemizin uluslararası ilişkilerinde belki çok önemli diye düşünüyorum. Çünkü başkaları sizi kimseye doğru anlatmaz ve her zaman kendi amacını esas alır.

***
Çoğunluğu Budist olan Tayland'ın ilgili diplomatlarıyla resmi görüşmeler oldu. AA'nın yönetimindeydim o tarihte ve bana 'sen başlatıyorsun konuşmayı' dedi arkadaşlar. Ne diplomatik ne bürokratik tecrübemiz vardı, itiraz edecek oldum fakat 'en yaşlı heyet üyesi' sıfatıyla görev üzerimde kaldı ve sebeb-i ziyaretimizi uygun lisanla anlattım, ama nasıl? Her zaman olduğu gibi Hz. Pîr imdadıma yetişti. İnsan ilişkileri dedim "üç temel üzerinde yükselir ve gelişir.." En başta ifade ettiğim, Mevlâna Hazretleri'nin Mesnevi'sindendi söylediklerim, Budist dostlar konuşmamı dikkatle dinliyorlardı, sevgisiz, bilgisiz, ilgisiz hiçbir şeyin başarılamayacağını filan derken sözümü tamamladım. Sonra onlar ve bizim arkadaşlarımız teyiden görüşler dile getirdiler, bunun nasıl olacağını ve teknik detayları görüşüldü.

***
Görüşme tamamlanıp Taylandlı dostlarımıza veda ederken, görüşmelere katılan diplomatlardan birinin benden bir ricası olduğunu söyledi tercümanımız.. Buyursun dedim.. Başka ülkelerle ilişkilerinde bizim ÜÇLÜ FORMÜL'ümüzü kullanmak için izin istiyordu. Formülün bana ait olmadığını, Hz. Mevlâna'nın öğütlerinden aldığımı ve bunun da insanlığın ortak malı olduğunu söyledim. Ayrılırken dostumuz bu defa Mevlâna'nın kim olduğunu sormasın mı, tam da el sıkışırken, on saniye içinde nasıl anlatacaktım Koca Pîr'i?! O da dedim bizim Budhamız!..

gazete

5 Kasım 2014 Çarşamba

"Cumhuriyetin Tarihi"

Ahmet TEZCAN

"Cumhuriyetin Tarihi"

6.11.2014

Uzun zamandır bir kitaptan söz etmemiştik.
Geçen hafta Cumhuriyet Bayramı için hazırladığım bir kitap vardı ama Ermenek'teki maden faciası gündeme çökünce ertelemiştim.
Fakat Ermenek ile kalmadı felaket, bu defa Yalvaç'a elma toplamaya giden Akşehirli 24 kadının can verdiği kaza nice fakir fukaranın ocağını söndürdü.
Bir Konyalı olarak "memlekette bir uğursuz hal var" diye düşünürken; Boğazdaki insan kaçakçılığı kurbanlarıyla 2014 Ekim'i kapkara bir tarih ve talih oldu. Zaten "matem ayı" olan Muharrem'in de matemini katladı.
Bir yanda IŞİD belası ve ardı ardına gelen facialar...
Allah beterinden saklasın samimi temennisiyle dualar etmek lazım diye düşünüyorum.
***
"Cumhuriyetin Tarihi"
Evet, şimdiye dek bize bir tarih okutuldu ama bu, kimseyi tatmin etmedi. Çünkü okutulan tarih hiçbir zaman Cumhuriyetin tarihi olmadı. Öyle olunca insanlar anlatılanları adeta "He he.." diye karşılarken bir yandan da gerçek tarihin peşine düştü.
Cumhuriyet insanı "Derin Tarih" kavramıyla gerçek tarihi ararken, zaman zaman ürkek ifadelerle anlatılanlar daha çok ilgi çekiyor. "Resmi Tarih-Derin Tarih" ayırımında nihayet ciddi ve cesur araştırmalar çıkmaya başladı. İşte Ahmet Cemil Ertunç imzalı "Cumhuriyetin Tarihi" adlı kitap bu cins bir çalışma ve ben, 2013 tarihli 8. Baskısında bu eseri fark ettim.
***
Yalnız bu kitap bir çırpıda okunmaz; dönüp bir daha okunur, bazı yerlerin altı çizilir ve bilhassa "dipnot" lar asla ihmal edilmez, edilmemelidir.
Arka kapağında yazılanlar hayli iddialı laflar, bakın ne diyor:
"Bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur."
Devamında ise özetle;
"Meclisin üzerinde irade olmaya çalışanlar Türkiye'de köklü bir geleneğe sahiptir. Seçimlere müdahaleyle sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanlar yüz yıldır devletin önemli noktalarında bulunuyor. Birileri bu ülkede her şeyi kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetiyle hareket etmektedir."
Son olarak da; önyargısız olarak bu çalışmanın övgü ve sövgü amaçlı olmadığı ve konuya bütüncül yaklaştığı ifade edilmektedir ki benim de kanaatim budur. Kitap Pınar Yayınları'ndan çıkmış, tarih, hatırat, biyografi nitelikli bir kitap, "Yaşadıklarımızın Dünü-Bugünü" şeklinde bir de alt başlık taşıyor. Kendinizi hepsi de tırnak içinde "Sağcı, Solcu, Muhafazakâr, Kemalist vs." hangi kategoriye dâhil ederseniz edin bu kitabın hayli ilginizi çekeceğine eminim.

gazete

29 Ekim 2014 Çarşamba

Buruk kutlama

Ahmet TEZCAN

Buruk kutlama

30.10.2014

Gözüpek Türk pilotlarının akrobatik gösterileri gazete ve televizyonlardan her zaman NEFES KESTİ diyerek verilir. Bu defa da öyle oldu, Hava Kuvvetlerimizin SOLO TÜRK adıyla bilinen jet filosunun dünkü gösterisi de o cinstendi. Cumhuriyetimizin 91. Yıl kutlamalarında da Solo Türk'ün akrobatik uçuşları büyük göz doldurdu. Jetlerin içinde uçtuğu havanın aksine bu defa biz havamızda değiliz. Esas nefesimizi kesen Ermenek'teki maden işçilerinin içine düştüğü facia oldu. Milletçe yaşadığımız acı, bayram kutlamalarının sevinciyle karıştı ve 91. Yıl'da burulduk. Bu ruh hali içinde insanın algısı da değişiyor. Jetlerimizin havayı yırtan cayırtılarına rağmen ambulans sirenleri duyuyorum. Halbuki Başkent'te siren sesleri sıradandır, Başkentliler de bu seslere alışıktır. Dedim ya o havamız yok...
***

Bayramların, acıların, savaşların içi içe yaşandığı bir dönem yaşıyoruz. Enteresan bir coğrafya burası... Türkiye'nin ideolojisi ile jeolojisi tam bir paralellik arz ediyor. İki bakımdan da tam bir SIKIŞMIŞLIK HALİ yaşıyoruz. Olaylar da bunu doğruluyor. Bakar mısınız, Arabistan kıtası Anadolu tabakasını alttan sıkıştırıp katmanların kırılmalarına ve yer sarsıntılarına yol açarken hayatımızı da alt üst ediyor. Bu, Ermenek'teki maden ocağında su kütlelerin yer değiştirmesine sebep oluyor belki?! Yalnız su mu, petrol rezervlerinin parçalanıp elimizden kaçtığı, sondaj yapmaya bile değmeyecek birikintilere dönüştüğünü de söyleyenler var. "Konya 25 yıl sonra çöl olacak" tahminleri yapılırken bir maden ocağında faciaya yol açan büyük su kütlesi nereden geliyor diye sormadan edemiyor insan. Deniyor ki, bu bölge yer altı suları bakımından zengin... Peki, yıllardır Konya'da derin su pompajları neden denetim altında? Konya'daki kuraklığın sebebi olarak neden derin suların "hesapsız şekilde hunharca ve hovardaca" kullanımı gösteriliyor? Bu mevzu derinleştirildiğinde pancar ekimi teşvikinden şeker politikasına bir yığın soruna entegre oluruz ki bunlar bugünün tartışmaları değil.
***

İçimizdeki tartışmalardan başlayıp sınırımızdaki savaşlara kadar götürebileceğimiz konuları da ideolojik sıkışmışlığımıza bağlıyorum. Üç kıtada 21 milyon kilometre karelik bir alanda bunca renkliliğe ve farklılığa rağmen çağları ve her şeyi yöneten bir millet 780 bin kilometre karelik toprak parçasında niçin tartışmalarını bir türlü bitiremez? Niçin Türk-Kürt, Alevi-Sünni tartışmalarıyla, çatışmalarıyla hayatını karartır? Niçin bir kısım "amansız cumhuriyetçi" olur da, ötekiler "cumhuriyet düşmanı"dır? Bütün bunları bir kere daha düşünmenin zamanıdır. Ağzını büzerek konuşanlarla ağzını yayanlar, gırtlaktan konuşanlarla İstanbullu havası verenlerin yani hiçbirimizin ötekimize üstünlüğü bulunmamaktadır. Hepimizin insan olduğunu hatırlayıp birbirimize insanca davranma ihtiyacımız var o kadar. Aksi halde kapılarımızda bize insanlığımızı unutturacak bir enerji birikmiş durumda, dua edin ki üzerimize boşalmasın.

gazete

23 Ekim 2014 Perşembe

Gurur veren gelişmeler

Ahmet TEZCAN

Gurur veren gelişmeler

23.10.2014

Ankara İnovasyon Haftası başladı. "142 ülkeyi kapsayan İNSEAD'ın inovasyon sıralamasında Türkiye 54'üncü sıraya yükseldi" "Ankara, Türkiye'nin en fazla ihracat yapan beşinci, en çok ihracat yapan ilk 1000'de en fazla firması olan altıncı ili." Evet, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi söylüyor bunları, Ekonomi Bakanlığı ve TİM'in Şura Salonu'nda ortaklaşa düzenlediği Ankara İnovasyon Haftası açılışında... INSEAD'ın 142 ülkeyi kapsayan inovasyon sıralamasında Türkiye, üç yıl içinde 74'üncü sıradan 54'üncü sıraya yükselmiş.
***

Peki, inovasyon, İNSEAD da ne oluyor önce bunlardan söz etmek gerekiyor. İNSEAD dünyanın en saygın girişimcilik okulu, merkezi Fransa'da... Başka ülkelerde de kampusleri var. İNOVASYON'a gelince; Ben bu kavramı kendime kısaca "değişimle gelen gelişme" olarak tarif ediyorum. DEĞİŞİM'e ve YENİLİĞE vurgu yapan bir kavram. Meraklısı araştırır.
Devletler de dahil inovatif olabilmenin hayati önemde olduğu her fırsatta yetkililer tarafından bizzat ifade edilmektedir.
TİM Başkanı Büyükekşi'nin de söylediği bu..." Kurumların yaşam kaynağı, şirketlerin sağlığı ve geleceği için can suyu" olarak tanımlıyor inovasyonu...
İnovasyon etkinliklerine katılım her geçen yıl artıyormuş, bu sayede tasarımdan markalaşmaya, bilimden nano-teknolojiye, dünyanın önde gelenleri bir araya getiriliyor.
***

Ve beni en çok sevindiren şeyi söylüyor TİM Başkanı Büyükekşi:
Ankara
inovasyonun da başkenti...
Son 5 yılda uygulanan bilişim Ar-Ge projelerinin dörtte biri, Türkiye'deki 39 teknoparktan 6'sı, 59 teknoloji geliştirme bölgesinden 8'i Ankara'daymış. Ankara'nın doğal bir inovasyon eko sistemine sahip olduğu, savunma, havacılık sanayii, elektronik, bilişim sektörü ihracatında da Ankara kilit rol üstlendiği, uydu yazılımları, makine ve aksamları, seramik ve nitelikli madenler, malzeme bilimi mühendisliği, üniversite-sanayi işbirliği ile bu anlamda büyük önem kazandığı ifade ediliyor.
***

Ben bu söylenenleri somutlaştırarak söyleyecektim tam da oraya geldik. GÖKTÜRK-2, yüksek çözünürlüklü ilk gözlem uydumuz, uzayda... RASAT da uzayda ve şimdi Göktürk 1 geliyor... Coğrafi kısıtlama olmaksızın dünyanın her noktasından istihbarat amaçlı görüntüler elde ediliyor. Türkiye'yi uzaya çıkaran ürünler bunlar. Türk mühendisler şimdi Lazer silahı için çalışıyor, 120 milyon bütçe ile büyük aşama kaydettiler. CİRİT, SOM, MIZRAK füzeleri savunma sanayimizin ilk yerli, etkin ürünleri olarak envantere girdi ve dünyanın dikkatini çekiyor. Heybeliada ve Büyükada Milli Gemi projesi çerçevesinde denizlerde Türk levendlerine büyük üstünlük sağlayacak.
Bunlara grup toplantılarında, medyada yer verilmez, verilse de yabancı ağzından "Türkiye Atom bombası yapıyor" gibi ülkemiz dünyaya ifşa edilir.
Bunlar İnovatif Türkiye'nin yani YENİ TÜRKİYE'nin ürünleri ve bizlere büyük gurur veriyor... Dost düşman bunu bilsin, bilsin ki ona göre hareket etsin.

gazete

16 Ekim 2014 Perşembe

Camiler Haftası ve Kocatepe

Ahmet TEZCAN

Camiler Haftası ve Kocatepe

16.10.2014

Engellilerin Kocatepe Camisi'nde bayram namazını kılamadıklarını yazmıştım geçen hafta... Bu hafta Camiler Haftası ve bir dizi etkinlikle Diyanet, haftayı değerlendirmeye çalışıyor. Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Sayın Mehmet Görmez bu münasebetle yaptığı konuşmada ne dedi biliyor musunuz? Camiler yapılırken 8 milyon engelli kardeşimizi yok saymak başta Diyanet olmak üzere hepimizin ortak kusurudur. Evet, bugüne kadar engellilerimiz pek çok faaliyet içinde görmezden gelinmiş, yok sayılmıştır, bu doğru ancak biz münhasıran bir noktaya dikkat çektik, Kocatepe'ye... Kocatepe, Başkent'in en büyük camisi, yerleşik cemaatinden çok, her milletten Başkent ziyaretçilerinin destinasyon noktası, dolayısıyla gelir geçer ifadelerin ötesinde her türlü ilgi ve ihtiyaca maruzdur Kocatepe... Bir milyon lira harcanarak kurulan caminin asansörü neden çalıştırılmıyor? Sevgili Hocam, Diyanet ve Kocatepe Camisi hakkında çok yazı yazdım burada, çeşitli görüşlere yer verdim, ihtiyaçlar dile getirdim. Bunların tamamen ön yargı ve art niyetten uzak olarak kaleme alındığını, bu köklü teşkilatın sorumlu mevkide bulunan zevatı çok iyi bilir. Ama nedense "Hiçbir sağır duymak istemeyen kadar sağır değildir" sözünü doğrularcasına bir ilgisizlik içinde olunmasını anlaşılır bulamıyorum. Ancak teşkilatın "Yenilenme" noktasında sizin de zaman zaman dile getirdiğiniz şikayetler içinden ben cevabımı alıyorum. Şimdi sormak istiyorum: Kocatepe'de ezanlar 50'ye yakın hoparlörle terastan okunuyor, bu da güzelim ezanlarla namaza çağrı değil, yan binalarda bir ses patlaması olarak ancak şehrin ses kirliliğine katkı sunuyor. Kocatepe'de ezanları minarelerden dinleyebilecek miyiz? Kocatepe, yazın sıcağı ve kışın soğuğuyla mazur bir camidir. Yapım hatası yahut öngörüsüzlük her neyse, zeminden yağlı ısıtma sistemi donmuş ve artık çalışmamaktadır. Yan duvarlarına yerleştirdikleri 30'a yakın klima ile mevsim etkisini kendilerine sıfırlayan Diyanet Vakfı yöneticileri, caminin klima sistemi için bir girişimde bulunacak mıdır? Yani bu kış Kocatepe'yi nasıl ısıtacaksınız? Bilhassa cenaze namazlarında Atatürk Bulvarı'ndan, Seyran'a kadar bütün trafik kilitlenmekte, vatandaş da mağdur olmaktadır. Cenazelerin ruhunu muazzep edecek ölçüde tepkilere yol açan bu sorunu gidermeyi düşünüyor musunuz? Büyük katılımların olduğu cenaze namazları Akseki Camisi'ne alınabilir mesela? Kocatepe yazıları devam edecek Hocam… Vakfın gelir gider tablosundan, bir süre Kamu-Sen'in kullandığı binaya ve çalışanların komşuları rahatsız eden davranışlarına kadar bir yığın meseleyi dile getirmeye devam edeceğiz.

gazete

9 Ekim 2014 Perşembe

Kocatepe'de ibadet ama nasıl?

Ahmet TEZCAN

Kocatepe'de ibadet ama nasıl?

9.10.2014

Kocatepe Camii cemaati bayramda yine beni buldu, bu defa söyledikleri şeyler beni çok derinden etkiledi. Kocatepe deyince doğrudan Diyanet'i ilgilendiren şeyler tabii..
Ben Diyanet İşleri Başkanımızı gerçekten seviyorum, onu kısaca "Yeni Türkiye" olarak değerlendirilen anlayışa ait bir yönetici olarak görüyorum. "Yeni Türkiye" den ne anlıyorsun, derseniz bir parantezle hemen cevap vereyim:
Ben bu tanımlamadan; "algısı ve anlayışı yüksek, kendi kararlarını kendi alabilen, yeni, güçlü, dinamik bir Türkiye" çıkarıyorum.
Kolay değil, 60 sene müstemleke benzeri bir yapıyı kırıp içinden yeni bir Türkiye çıkarmak. Dolayısıyla "Yeni Türkiye" çerçevesine giren yönetici sayısı da öyle pek fazla değil, çoğu "Eski Türkiye" kalıntısı.
Yalnızca bürokratik kademede değil, siyaset başta olmak üzere bu durum her alanda böyle.. Yaşadığımız bütün olumsuzluklar bu "eski" den kurtulamamışların Türkiye'yi arkasından çekiştirmeleri yüzündendir. Bu da Türkiye'nin ilerleme hızını biraz yavaşlatıyor ama durduramıyor.
Önemli olan bu, artık geri götüremiyorlar, ilerlemeyi de durduramıyorlar.
***
Her neyse, Kocatepe'den lafı nereye getirdik. Kâbe'yi Muazzama'yı 20 Katta, ayaklarının dibinde görüp dizleri titreyen Reis Hazretlerine demem o ki, söylediklerine harfiyen katılıyorum..
O mukaddes yapının en yüksek yerde, sürünülerek çıkılması gereken bir rakımda olmasını arzu ederim. Hatta bunun sağlanması için çevresindeki otellerin, çarşıların yerin altına, kayaların oyularak arzın merkezine doğru inşa edilmesi gerektiğini hep düşünmüşümdür. Bunun için kutsal beldenin öncelikle "bir anlayış" tan kurtarılıp içinde Türkiye'nin başat rol üslendiği bir konsorsiyum tarafından yönetilmesi gerekir.
***
Ancak Başkent'de de Başkan Görmez'in dizlerini olmasa bile dudaklarını titretecek bir olay yaşanıyor. Sevgili Başkanım, Başkentin en büyük camiinde Kocatepe'de bayram namazı kılmak isteyen engelliler bu bayram da bundan mahrum kaldılar. Cenazeleri için buraya gelememek onları kahrediyor zaten.. Belki kucakta taşınarak mümkün ama kucakta taşınmak da ayrıca kahredici onlar için.. Musalla meydanına taşınmaları onların Kocatepe Camiine girmelerini sağlamıyor maalesef.. Bunun için 1 Milyon lira harcanarak bir asansör yapıldı o da çalıştırılmıyor nedense?! Hac ibadeti yapacak engelliler için yüzde 50 indirim taahhüt eden Başbakanımız, çok değerli hemşerim Ahmet Davudoğlu'nun da bundan haberi olmalı.
Engellilerin önce Kocatepe'de ibadetine imkân vermeliyiz. Kocatepe ile ilgili söylenenler de yalnız bundan ibaret değil. Onun sorunları bir yazıya sığmaz.
Dedim ya Reis'i ben her bakımdan seviyorum, bir yönü hariç, soyadı.. İnsanların isimlerinin kişiliklerini etkilediği söylenir..
İlgililerin de onun o tarafına denk getirip olmadık işler yaptıklarını düşünüyorum..

gazete

2 Ekim 2014 Perşembe

Çok şey değişti çook..

Ahmet TEZCAN

Çok şey değişti çook..

2.10.2014

Meclis'in 5. Yasama yılı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasıyla dün açıldı. Cumhurbaşkanı Meclis'te şeref kıtası tarafından selamlanarak karşılandı. Ne var bunda demeyin... Evet, cumhurbaşkanlarının Meclis'i ziyaretleri resmi merasime tabidir ve gelenek olduğu üzere şeref kıtası tarafından selamlanır. Eskiden Meclis'te Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na bağlı bir tabur bulundurulduğunu çok çabuk unuttuk. Meclis'in askerleri mi, askerlerin meclisi mi sorusu ayrı bir tartışma konusuydu bir zamanlar. Cumhurbaşkanlarını da buradaki askerlerin oluşturduğu bir kıta karşılardı. Meclis taburunun geceleri meclis muhafızlığı, cenaze merasimi dışında "malum günler" de "özel görev" aldıkları herkesin malumudur.
***

Bırakın Genelkurmay'ın dört yıldızlı paşalarını, Meclis taburunun rütbesi en fazla binbaşı olan tabur komutanları bile siyasileri korkutmak için yeterdi. Meclis başkanları yine gelenek olduğu üzere seçildikten sonra bu taburu ziyaret ederlerdi ve bazen bu ziyaretler bile başlı başına sorun oluştururdu. Tabur komutanı için Muhafız Alayına komutanlık eden subayın emri esastı. Milletvekilleri kıyafet yönetmeliğine uygun durumda değilse, sakallı filansa mesela taburun lokaline bile alınmazdı. Nitekim bu yüzden çok tartışmalar olmuştur, vekillerin Meclis içindeki askeri mıntıkalara yaklaşmaları dahi istenmemiştir.
***

Bunları neden anlatıyorum? Hızla çok şey değişiyor, değişirken sivilleşiyor. Şimdi Meclis'te asker bulundurulmuyor, onların görevini polisler yerine getiriyor. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde de değişimin tedricen gerçekleşmesi gerekir. Demirel'in döneminde Köşk tamamen askeri kışla halini almıştı. Dolayısıyla askeri eğitim alanları subay lojmanları inşaatları yüzünden on binlerce ağaç yok edildiğini biliriz. Yandan yemyeşil çam ormanı gözükse de havadan bakıldığında Köşk ormanının kampus yapıları yüzünden nasıl yok edildiği görülecektir. Gelecek sene genel seçim var, bu yasama yılı milletvekilleri için son görev dönemi. İktidar partisi zaten üç dönemi tamamlayan milletvekillerini seçime sokmama kararı aldı. Bu yasama yılında milletvekilleri 2015 genel seçimleri öncesi son görevlerini yapmış olacaklar. Bu bir rekordur aslında.
***

Eskiden bir yasama dönmemi içinde son yasama yılına ulaşmak ve dönemi tamamlamak çoğu kez mümkün olmazdı. Ya erken bir genel seçime gidilir ya da bir askeri müdahale ile Meclisin yolu kesilirdi. Milletin sağ duyusu ve son dönem hükümetlerinin kararlılığı sayesinde istikrara kavuştuğumuz rahatlıkla söylenebilir. İstikrar ve güven ortamı ülkemizin en önemli kazancı olmuştur aslında. AK Parti 58. Hükümet ile ülkeyi yönetmeye başlamıştı, bugün 62. Hükümet görev başında. Bu gidişle daha uzun bir süre yönetimin el değiştirmeyeceği şimdiden görülüyor. Muhalefet partileri de bunu biliyor ki iktidar hedefiyle hareket etmiyorlar. Bu güven ve istikrar ortamı onları da memnun etmiş gözüküyor. Bayram haftasına girerken hepinizin Kurban Bayramı'nı kutluyor çoluk çocuk tüm sevdiklerinizle mutluluklar diliyorum.

gazete

25 Eylül 2014 Perşembe

Yaklaşım farkı

Ahmet TEZCAN

Yaklaşım farkı

25.9.2014

Kurban Bayramı yaklaşırken özellikle Suriye'den kaçanların hayvanlarını da beraberinde getirdiklerini okuduk gazetelerden.
Bazı fırsatçıların da bu hayvanları ucuza kapatıp Kurban'da piyasaya çıkarmak istediklerini öğrendik bu arada. İşte
insan, kimi can derdinde kimi mal! Kilis Müftüsü de açıklama yapmış; kaçak hayvanların etinin yenmesi caiz değildir diye.. Müftü, kaçakçı şebekenin kul hakkı yediğini de sözlerine ilave etmiş.

***
Bir kere düzen bozulmaya görsün, insan insana neler yaşatıyor düşünebiliyor musunuz? Bir tarafta neyidüğü belirsiz bir örgüt, adına İSLÂM demekte zerre tereddüt göstermiyor ama kadın çocuk demeden de insan kanı dökmekte de çok kararlı. Bu yüzden sınırlarımızda sadece CAN PAZARI değil yaşanan, insanlık adına tam bir TRAJEDYA.. Kim kurban, neye kurban diye sormadan edemiyoruz! Kısa sürede son bulmasıdır temennimiz.

***
Madem söz kurbandan açıldı Tarık Tarcan'ın gönderdiği hikâye ile kapatalım. Bir adam kötü yoldan kazandığı parayla bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişmanlık duyar ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli Hazretleri'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O devirde dergâhlar aynı zamanda aşevi gibi bir işlev de görüyordu. Durumu Hazret'e anlatılınca Hacı Bektaş Veli 'helal olmaz' gerekçesiyle kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve durumu Hz. Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise; bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve bunun sebebini sorar.

***
Mevlâna Hazretleri der ki: - Biz bir karga isek Hacı Beştaş-ı Velî bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir. Adam üşenmez kalkar Hacı Beştaş Dergâhı'na gider ve Mevlâna'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip sebebini Hacı Bektaş Veli'ye sorar. Bektaşî Pîri de şöyle der: - Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü senin bağışınla kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir. Tarık Bey, hikâyenin sonuna bir soru cümlesi ilave etmiş, diyor ki: -Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yemek, yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir inanç ve kültür altyapımız varken nasıl oluyor da İslâm adına insanlık dışı olaylar yaşanabiliyor? Aynı soruyu herkes birbirine soruyor ve fakat cevabını bulamıyor. Çünkü asıl kaynaktan uzaklaşınca İslâm yorumu da fert sayısınca değişen bir hal aldı.

gazete

19 Eylül 2014 Cuma

Menderes'i kim astı?

Ahmet TEZCAN

Menderes'i kim astı?

19.9.2014

İşte, 53 yıl geride kaldı.. Ben 9 yaşında ilkokul 3. sınıf öğrencisiyken bir başbakan darağacında sallandırıldı. Zamanla her şey en doğru şekilde tefsir ediliyor. Neticede bir başbakan darbe ile indirildi ve türlü eziyet ve işkencelerden sonra idam edildi. Aynı gün değil ama kabine üyesi iki arkadaşı da aynı akıbeti paylaştı. (Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan bir gün önce idam edildiler.)
***

Onu arkadaşlarıyla birlikte darağacına gönderenler bu idamlarla yetinmediler, Menderes'in iki oğlu; Mutlu ve Yüksel Menderes'i de şüpheli şekilde öldürdüler. Babasının idam edildiğinde 12 yaşında olan Aydın Bey'in akıbeti de malum.. Bir şüpheli trafik kazası sonunda felç oldu ve genç denilebilecek bir yaşta hayata veda etti. Onun yaşadığı da ağabeylerinin akıbetiydi bence, soylarını kurutmak, Menderes adını yeryüzünden silmek istediler. Darbeyi kim yaptı, Menderes ve arkadaşlarını kim astı, üniformalı bürokratlar mı? Onu başbakanlıktan indirip tutuklayan o subaylar mıdır? Asla.. Meclis Başkanı Cemil Çiçek bir gerçeği hatırlatıyor: "Türk siyasi tarihinde unutulan bir gelenek, merhumun idamıyla 140 yıl sonra yeniden hortlatılmıştır."
***

Sultan Abdülaziz'i öldürtenler kimler ise Menderes'i astıranlar onlardır. Velayetine inanılan, Mevlevî, Hattât, Bestekâr, en önemlisi pehlivan bir padişah olan Sultan Aziz, bir sabah namazı vakti abdest almaya hazırlanırken, dört kişi tarafından üzerine abanılarak, bilekleri kesilmek suretiyle öldürüldü. İntihar dediler, otopsiye katılan doktorlardan İngiliz olanı; iyi de dedi, "Haydi sol bileğini kendi kesti, sağ bilek böyle nasıl kesilebildi? Bu soru cevaplanmadı, halâ havada.. Menderes ve arkadaşlarının kimlerin teşvikiyle katledildikleri de bilinmiyor. İstanbul işgal altındayken Osmanlı'nın 36 ton altınını Hazineden kim çaldı da bir gecede İngiltere'ye veya başka yere taşıdı? Doğrusunu isterseniz son 150 yılın tarihi henüz yazılmadı. Çünkü arşivler henüz açılmadı, arşiv belgelerine dayanan gerçekler henüz yazılmadı. Ben böyle inanır böyle bilirim. Bu güzel memleketin tüm gerçeklerinin gün yüzüne kavuşacağı günü bekliyorum ve o günlerin yakın olduğunu hissediyorum.

gazete

12 Eylül 2014 Cuma

Kurultay bitti, şimdi ne olacak?

Ahmet TEZCAN

Kurultay bitti, şimdi ne olacak?

12.9.2014

Geçen hafta CHP'nin kurultay havasını soluduk, çok şey gördük, çok şey duyduk. Bu kongre CHP'de çok konuşulacak ve herkes kendi zaviyesinden bir şeyler söyleyecek. Ben şu kadarını söylerim; Kocaman bir CHP vardı Cumhuriyet Türkiye'sinin tarihinde, konjonktürel olarak gitti geldi, indi çıktı ama bundan sonra sizlere ömür... Bu tavırla o CHP'den ne kalır tahmin edemem? Özetle söylersem; koca bir çınardı CHP ama asrın idrakine yükseltilemedi. Yeniler için söylersek, çağın anlayışına uymadı, uydurulamadı CHP ve en iddialı kavramıyla bir türlü ÇAĞDAŞ olamadı. Na ehil ellerde savruldu, şifa niyetine dahi memleket millet yararına dirhem politika üretilemedi.
***

Kurultayda Kılıçdaroğlu'nun zaferi kesindi, çünkü 130 milletvekili, 60 PM, 20 YDK üyesi olmak üzere parti organlarından yüzde 90 oy garantisiyle yarışa 170 oy önde başladı. Kılıçdaroğlu'nun en büyük güvencesi zaten delege yapısıdır. "Konya'da bile mezhep, meşrep ayırımı gözetildiği" kongre salonunda konuşuluyordu. Muharrem İnce ise AK Parti haritasında kırmızı ile gösterilen sahil bandı ve Trakya'dan destek aldı. Baykal desteğini son anda çekmemiş olsa İnce'nin oyu 500'ün üzerine çıkacak ve Kılıçdaroğlu kılpayı kazanacaktı, bu da 3-4 ay sonra CHP'de yeni bir kurultay demekti. Kurultay'a birkaç adayla gidileceğini sandı Baykal, çağrı bekledi, hatta 'kurultay salonuna genel başkan ile birlikte girmeyi istedi fakat kabul görmedi' diyenler oldu. "Rakı masasında siyaset" suçlamasının kurultaydaki doğrudan muhatabı Muharrem İnce'ydi ama bu çıkışıyla Muharrem İnce, Kılıçdaroğlu'nun karizmasını çizmiştir. Mağlup sayılır bu yolda galip... İktidar vaadinde bulunamayan bir genel başkanın partisinin oyunu artırma şansı olamaz, umut veremezseniz o koltukta oturma şansınız azalır. Kendi yönünden Muharrem İnce bu çıkışıyla 2015 seçiminde milletvekilliğini kurtarır mı, sanmam. Ona "Yalova'da önseçimi al gel" derler, o da önseçimde hırpalanmış olarak listeye girer bu da onun seçilme şansını azaltır ve bütün hayalleriyle Muharrem Yalova sahillerinden suya düşer. Onun araladığı kapıdan da iki isim girer; Sarıgül ve Feyzioğlu... Söylemedi demeyin.
***

Şimdi Kılıçdaroğlu da boş durmaz, YDK'yı çalıştırarak tüm muhaliflerini doğramak isteyecektir. Zaten bunu açık açık da söylüyor. Bu CHP'yi büyütmez, kendisinin de sonu olur. 2015'te Sarıgül ve Feyzioğlu Meclis'e girerler. Onlar şimdiden kendilerine yakın isimlerle PM'nin nabzını tutmaya başlamışlardır. CHP'de bu işler böyle yürür, onlar artık Dersimli Kemal'in ensesinden ayrılmazlar. Listeye bakınca Enis Berberoğlu ismi dikkat çekiyor, (Hürriyet'te kaç haberini çıkarttıysa...) bir de Murat Özçelik sürpriz oldu, dış ilişkilere dil bilen Haluk Koç'u kaydırırlar. Kanaatimi yazının başında ifade ettim, son olarak söyleyeceğim; partide emekçilerin yok edilmesi CHP'ye sadece kaybettirir, bu kayıp Türkiye'nin kaybı olur.

gazete

4 Eylül 2014 Perşembe

Semer hikayesi

Ahmet TEZCAN

Semer hikayesi

4.9.2014

Bizim bir semerci hikayemiz vardır, siyaset hayatımıza 'cuk' oturur.
Siyasi partilerimizden biri kongre veya kurultaya mı gidiyor benim aklıma 'şıp' diye "semercinin hikayesi" düşer.
Hemen nedir, ne ilgisi var demeyin, bakın semerden bile çıkarılacak dersler var.
***

Eskiden semer ustaları bir talep gelince hee deyip hemen kabul etmezlermiş siparişi.
Usta, en önce semer vurulacak eşeği sorarmış, "Aha bu" deyip gösterirseniz, bu defa kimin oturacağını sorarmış.
Eşek senin, semere oturacak olan da sensen mesele yok. Önce eşeği şöyle bir süzermiş, sonra sahibine bakarmış. Öyle süzermiş ki, zannedersiniz semer sizin sırtınıza vurulacak! "Eşek tamam da, sende o semere oturacak mabat var mı", meğer döndere döndere ona bakarmış semerci ustası.
Oysa semer dediğin nedir ki, bir parça keçi derisi, bir tutam saz... Çatılır, dikilir, sökülür neticede semer ortaya çıkar.
Ama öyle değil işte, 'semer' deyip geçmiyor ustası, işini ciddiye alıyor.
Semercilikten de çıkarılacak dersler var:
Bir kere, her semer her eşeğe vurulmuyor, her semere de oturulmuyor...
Semerciliğin de bir marifeti var.
Semer dediğin altıyla eşeği, üstüyle oturanı rahatsız etmeyecek, altı üstüne denk olacak yani. Aksi halde ne eşek o semeri sırtına vurdurur, ne de oturan rahat bulur.
***

"Devletin, Cumhuriyet'in, çok partili hayatın ve nihayet ülkemizde demokrasinin kurucusu" olma iddiasındaki CHP'nin neticedeki adı "kurultay partisi"ne çıkmış bulunuyor. "Adın çıkacağına canın çıksın" derler. Dolayısıyla semerci hikayesinden CHP'nin çıkaracağı büyük dersler var. Teşbihte hata olmaz, haşa ve kella kimseyi bir şeye benzetme gibi bir niyetim yok...
35 kurultay yapmışlar, 18'i olağanüstü...
"Bu kurultaydan güçlenerek çıkacağız.
Bundan sonra kurultaylar zamanında yapılacak.
Seçilen yönetime bir sonraki kurultaya kadar fırsat verilecek. Herkesin önü açılacak. Yerleşik demokratik kurallar ve tüzük ne emrediyorsa o yapılacak. Delege kavgası olmayacak. İlk seçimde parti iktidara taşınacak."
Vesaire vesaire…
***

Aynı terane devam ediyor. Parti binası, genel başkanı, tüm kadro değişse de CHP değişmez, değişemez.
Solculuk iddiasında olanlar önce CHP'yi feshedecekler, bir daha açılmamacasına hem de... Sonra "kuruculuk" teranesinden vazgeçecekler. (CHP devleti kurarken herkes partinin içindeydi.) İş Bankası'nı yönetmekten de vazgeçecekler.
Hülasa, fiziksel değil, kimyasını değiştirecekler CHP'nin ve ondan sonra belki bir şans bulabilirler. Çünkü bu milletin CHP hafızası çok kötü. "Atatürk'ü kaldırıp başına koysan yüzde 30'u geçmez" diye bizzat kendileri söylüyor.

gazete

28 Ağustos 2014 Perşembe

Talih gülüyor

Ahmet TEZCAN

Talih gülüyor

28.8.2014

Logaritmayı kim buldu diye bir soru sorarsanız Gelenbevi İsmail Efendi çıkar cevap olarak. Bir Türk bilgini olan İsmail Efendi matematikle uğraşırken sayı değerlerini ondalık bölümlere göre düzenleyerek hesapları son derece kolaylaştırmış, ancak bunu pratik bir uygulama saydığından fazla önemsemeyip kimseye de bahsetmemiştir.
Sadece bu mu, isterseniz bir hafıza tazeleyelim.
***
Biruni, Astronomi ve Matematik dehasıdır, Özbekistan'da doğdu, ilk eseri Asar-ül Bakiye'dir. Cezeri: Sibernetiğin Kurucusudur. 1136'da Diyarbakır'da doğdu. Artuklu sarayında 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. Bir yığın keşifleri bugün dahi hayret vericidir. Evliya Çelebi: Meşhur Seyyah ve Seyahat Yazarımız. Farabi: Büyük İslam Filozofu, matematikçi ve doktor. Dünyadaki nesnelerin hareketi ve değişiminin yorumcusudur, insanlık "İlk Hareket Ettirici" yi onunla daha iyi anlamıştır. Gazali: Muhteşem İslam Filozofu ve Müceddid.
Horasan'ın Tûs şehrinde doğmuş, 55 yaşında vefat etmiş ve orta yaşlarında ilmin zirvesine çıkmış, itibar ve hürmetin en muhteşemini görmüştür. Harezmi: Cebirin kurucusudur. Horasan'da Harizmi'de doğmuş, hayatını matematik, astronomi ve coğrafya konularında çalışarak geçirmiştir. Adı Latince'ye Alkhorizmi, Fransızca'ya Algorithme, İngilizce'ye ise Augrim şeklinde geçmiş, Matematik ilmi üzerinde ciddi çalışmalarıyla tanınır. Hazerfan Ahmed Çelebi: Uçmayı Başaran İlk Türk bilginidir. İbn-i Firnas: Modern Havacılığın Öncüsüdür. İbn-i Haldun: Sosyolojinin Babası, İslâm âleminin yetiştirdiği en büyük sosyoloji ve tarih felsefesi bilginidir. İbn-i Rüşd: İslam Filozofu ve Hekimi, dünyanın tanıdığı en büyük filozoflardan ve hekimlerden biridir, çağının Aristosudur. İbn-i Sina: Dünya Tıbbına Yön Veren Tabip, sahasında bir güneş gibi parlayan Müslüman Türk bilgini Sînâ, en büyük tıp allâmesi olarak kabul edilmektedir. Batı'da AVICENNA adıyla anılmış olan filozof ve hekimimizdir. Kemalettin Demiri: İlk Zoolojik Ansiklopedinin Sahibi Bilgin, varlıkların yaratılış özellikleri üzerine geniş incelemeler yapmıştır. Devamla, Mimarların Pîri Mimar Sinan ve daha niceleri.
***
Bu milletin üzerinden 150-200 yıl boyunca silindir geçirilmiştir... Hafızası silinmiş, kendine güveni kaybettirilmiştir.
Şimdi Göktürk ve Rasat uydularıyla uzaydaki on ülkenin arasında olması, izsiz ve sessizliğiyle dünyada "Hayalet Gemi" olarak yankı bulan Büyükada'nın denizle buluşması, dünyanın en büyük havaalanını yapacak olmamız, hızlı trenler... Hepsi atadan miras ilmi, dini, tarihi, irsi derinliğin, yeni bir şuurun, şahlanmış bir ruhun eseridir, hepsi Milli unsurlardır. Millet şuuruna ermiş her vatandaşın gururu ve onuru olmalıdır. Yalnızca Recep Tayyip Erdoğan'ın, Ahmet Davudoğlu'nun yahut sadece iktidar mensuplarının değil...
Nasıl bir siyaset anlayışı ki milli konularda bile bir kenara çekileceksiniz, hiç sahiplenmeyecek ve ortak gururu paylaşmayacaksınız.
Anlaşılır gibi değil, üstelik bir de kalkıp laf edeceksiniz.
Şunu hiçbir şekilde unutmayın: "BİZ olmadan hiçbir şey olamayız. Yaşadığımız günlerin bu anlayışın aşılacağı günlerin habercisi olduğunu, yepyeni bir şuurun, capcanlı bir ruhun uyanmakta olduğunu düşünüyorum. Bunu başaracağız.

gazete

21 Ağustos 2014 Perşembe

Gündem yordu

Ahmet TEZCAN

Gündem yordu

21.8.2014

Mevsimin son demleri yaşanırken; bir yerel seçim, ardından cumhurbaşkanı seçimi... Yetmedi, iktidarın ve ana muhalefetin kongre ve kurultay kararları derken, genel seçime 10 ay gibi bir zaman kaldı. 2014 gündemi herkesi yordu. AK Parti'nin ki üç aşağı beş yukarı belli. Büyük kongre Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki yeni yönetimi şekillendirecek.
Değişimin sınırlı olacağı açıklanmıştı. Erdoğan sonrası partiye bir şey olur mu? Şimdi sıkça sorulan soru bu. Hiçbir şey olmaz. Hiç kimse ANA AKIM'dan kopmak istemez, kopan da tarumar olur. Ana akım, tek başına ülke yönetme sorumluluğu almış olan siyasi harekettir. Feyzioğlu CHP'den koptu da Güven Partisi'ni yaşatabildi mi? Bozbeyli AP'den ayrıldı da ne oldu?
***

Bu dönemin riyaseti önemli, Erdoğan'ın o makamda günü de gündemi de çok yükselteceğini düşünüyorum. Öyle konular gündeme gelecek ki avucunu ovuşturanlar partiye musallat olmayı hiç düşünemeyecekler. İsterseniz birkaç başlık vereyim. Cumhurbaşkanı şehre inecek, Çankaya Köşkü yabancı konuklar için kullanılacak. Sistem değişecek yani, fiili olarak BAŞKANLIK SİSTEMİNE geçilecek ve Başkan AOÇ'de oturacak. Eskiden Mustafa Kemal Köşk'te çalışır AOÇ'de dinlenirdi. Şimdi tersi olacak. Atatürk'ün vasiyeti açılacak, Ayasofya sadece müze olmayacak, ibadet de edilecek. CHP'nin İş Bankası'yla ilişkisi kesilecek.
Sadece bu değil, "Paralel" diye bir şey kalmayacak, Yeni Türkiye yeni muhalefetini bulacak. 2023'ü ben daimi üye olarak BM'de veto hakkı elde etmiş bir Türkiye'den görüyorum.
***

CHP kurultayına gelince... Kılıçdaroğlu, Anavatan gibi dört eğilimli bir yapı oluşturarak partisini iktidara taşımaya çalışacak. Dolayısıyla bu fikir çerçevesinde bir kurultay tasarlayın. Yeni CHP, Ali Topuz'dan Tuncay Özkan'a, Sarıgül'den Ekmelettinoğlu'na içinde herkesin kendini bulacağı bir parti olacak. Ha, yalnız yeni CHP tasarımı Kılıçdaroğlu'na ait de değil, Beykoz Konakları'nın. Kemal Bey atanmış bir figürdür orada, başarılı olunur mu? Bana sorarsanız zor.
Şunu kaydedin; bizim vatandaşımız muhalefete bakarak iktidarı belirler. Başarının sırrını da söyleyivereyim.. CHP gerçek anlamda reddi miras edecek, tümüyle müktesebatını eskide bırakacak. Yetmez, ara sıra cuma mescitlerinde de görünecekler, o zaman belki bir şans doğabilir.

gazete

14 Ağustos 2014 Perşembe

Çankaya tamam

Ahmet TEZCAN

Çankaya tamam

14.8.2014

Millet seçimini yaptı ve nihayet kendinden bir adamı Çankaya Köşkü'ne gönderdi. Tayyip Bey orada beş yıl görev yapacak, Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğunda ben 67 yaşında olacağım, O da 65... Bir kere daha seçilecek olursa yani Cumhuriyetimiz 100. yılını doldurduğunda Tayyip Bey 70, ben 72 yaşında olacağız. (Hayırlı bir ömür dileğiyle Rabbimin o günleri de göstermesini diliyorum.) Bahçeli ile Kılıçdaroğlu yaşıttırlar(1948), bakmayın öyle göründüklerine... Tayyip Bey'in süresi dolduğunda onlar 71 yaşını doldurmuş olacaklar, Baykal da 81'ini (Allah ömürler versin.) Peki, bundan sonraki CB seçimini lider olarak görürler mi? Hiç sanmam, bu onların son seçimleridir, 10 ay sonra yapılacak genel seçime bile, muhalefetin aynı liderlerle gideceğini kimse söyleyemez. Kılıçdaroğlu'nunki orada zaten 4C görevidir, "geçici" yani her an değişebilir. Bahçeli ise silah zoruyla belki(!) orada oturmayı sürdürebilir.
***

Şimdiye kadar Köşk'te oturanlar milletin adamı değil miydi? Bir de bu soru var. Valla son asrın bu millet için travmatik bir dönem olduğunu kabul etmeliyiz. (Bu süreyi 200 yıla çıkaranlar da var) Nitekim yakın perspektifte insanlık, iki CİHAN SAVAŞI yaşamış ikisi de silindir gibi bizim üzerimizden geçmiştir. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, bu memleketin nasıl yönetildiğini hep tarihe, siyasete bakarak değil, bazen Başkent'teki devlet binalarının konumlarıyla da kestirebiliriz. İyi gören gözler Çankaya Köşkü'ne kuşbakışı baktıklarında; bir yanında Başbakanlık resmi konutunu, öteki yanında da hemen Amerika Birleşik Devletleri'nin bilmem kaç dönüme oturan rezidansını görürler?! Meclis'in de çepeçevre askeri binalarla çevrili ve ABD Büyükelçilik binasının üç dakikalık mesafede olması beni hep düşündürmüştür?! Bu konumlar size de bir fikir veriyor mu? Dolayısıyla 11 Cumhurbaşkanı'ndan millet adına sadece Özal'ı işaretleyip bir yana koymak gerekiyor ki O'nun da hayatı pahasına Çankaya'daki görevi sadece 4 yıldır.
***

Tayyip Bey 5 yıllığına seçildi, bir 5 yıl daha millet görev verir mi zaman gösterecek. Bana sorarsanız Recep Tayyip Erdoğan -Allah ömür verirse görürüz- 2024'e kadar Çankaya Köşkü'ndedir, dost düşman bunu böylece bilmelidir. Ve o zaman BAMBAŞKA BİR TÜRKİYE'de yaşıyor olacağız ümidindeyim. Çünkü Erdoğan'ın, içinden 64 devlet çıkarılmış 24 milyon km2'lik devasa bir coğrafyayı yöneten derin bir şuur ve iradeyle oraya oturmakta olduğunu biliyorum. Çünkü "...Yoktan da vardan da ötede bir VAR var... Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar var..." Şimdi söylenecek tek söz, memlekete ve millete hayırlı olması dileğidir.

gazete

8 Ağustos 2014 Cuma

Köşk'ün esintisi

Ahmet TEZCAN

Köşk'ün esintisi

8.8.2014

Çankaya, muhit olarak eskiden halk ağzında "çengi kayası" olarak anılırmış, bir yazımda belirtmiştim. Bizim esmer tenli göçerlerimiz belli zamanlarda atları, arabaları ile bu bölgeye yerleştikleri için bu adla anılırmış Çankaya. Şehre yakın, kayaların gölgesinde esintili bir yer olmalı ki göçerler buraya sere serpe yerleşiyorlardı. Şimdi o kayalarından eser yok Çankaya'nın fakat yine çok esintili.. Hele 'yerleşme' zamanlarında bu esinti fırtınaya dönüşüyor! Fırtınanın yalnızca Çankaya ile sınırlı olduğunu söylersek yanlış olur..
***

Çankaya'da birkaç güne kadar gerçekleşecek olan değişiklik Memleket içinde olduğu kadar dışarıda da büyük merak ve çoğu zaman endişeyle izleniyor. En az on başkent Çankaya'daki değişikliğin ne olacağını çok yakından takip ediyor. Yalnızca takip etmiyorlar; doğrudan değilse bile dolaylı müdahale halindeler. Aday belirlemeye kadar da işi ileri götürdüler. Tahmin değil bu söylediklerim, ömrümüz olursa ilerde bunları bir bir öğreneceğiz. Çünkü bu defa Çankaya'daki değişikliğin çok şeyi değiştireceğini biliyorlar. İsrail Gazze'yi Filistinliler için mi bombalıyor? Daha da ötesi Gazze'yi İsrail mi bombalıyor sanıyorsunuz? Bunu böyle düşünürsek "ahmak" olmayı da kendimize yakıştırıyor olmalıyız. Kimse bizim aklımızı, zekâmızı test etmesin. Başkentlerinde huzur içinde oturanlar, akan kandan birinci derecede sorumludurlar.
***
2007'den bu yana bütün seçimlerimizin Türkiye için hayati ve bölgenin kaderiyle de yakından ilgili olduğunu iyi anlamak gerekmektedir, 2015 de buna dâhil.. Kahire'deki, Şam'da, Bağdat'ta, Libya'daki olaylarda HEDEF TÜRKİ- YE'DİR bunun bilinmesi lazım. Buralardaki kargaşa ve karışıklıkların Türkiye'yi her bakımdan ne kadar etkilediğini ve çok acıttığını iyi biliyorlar. Ekonomik kayıplarımız bir yana, işlenen cinayetlerin, bilhassa çocuk ölümlerinin yüreğini yakmadığı bir tane vatan evlâdı var mı acaba? Belki vardır?!

***
Kukla bir yönetim altında olmanın halkları, devletleri, ekonomileri ne hale düşürdüğü içinde bulunduğumuz coğrafyada çok açık şekilde görülüyor. Türkiye de böyle günlerden geçti. Mustafa Kemal'in 15 yıllık Çankaya dönemini saymayın (İsterseniz sayın), İnönü(12), Bayar(10), Gürsel(6), Sunay, Korutürk ve Evren 7 şer yıl Çankaya'da kaldılar. Özal'ın ömrü yetmedi(4) ve Demirel, Sezer ve Gül yine 7 şer yıl Cumhurbaşkanlığı görevinde bulundular. Alt alta topladığımız zaman 89 sene ediyor, bir ömre sığmıyor. Bunların kaçı MİLLET adına ve MİLLETİN ADAMI olarak görev yaptı? Türkiye'nin artık 'Demirel gibi' adamlarla kaybedecek zamanı yok. Köşk'teki adamın sevip sevmediğini, kızdığını görmek istiyoruz, yani icraatı yüzüne yansısın, bizimle gülsün bizimle ağlasın, ölçü bu.

gazete

31 Temmuz 2014 Perşembe

Ateş bastı, ne gam?!

Ahmet TEZCAN

Ateş bastı, ne gam?!

31.7.2014

Diyorlarki neredesin? Tatildeyim Antalya'da.. Ben dedeyim, torunlarım nerede ben orada. Üff çok sıcak, oralar şimdi kavruluyordur şimdi!.. Ne yani, 10 derece azaltmaya, ortalığı azıcık olsun serinletmeye kudretin var mı??!.. Öyleyse yapabilecek bir şey de yok tabi. Kar yağdı, yağmur yağdı, çok sıcak, çok soğuk.. Ben böyle gücümün ötesindeki, bilhassa hava olaylarına karşı tek kelime laf etmem. Sıcak oldu soğuk oldu, kar-dolu oldu, hangi kudretten geldiyse hoş geldi, sefa geldi, müdahalemiz olmaz, olamaz… Ama iklimi biz bozuyoruz dersen; benim iklimi bozan bir hareketim de olmaz, çünkü iklimi bozanın da er ya da geç keyfini bir bozan mutlaka olur. Sıcak soğuk gökten ne inmişse kabulümüzdür zaten. Şahsen yer çekimi kadar, hattâ ondan da öte 'gökçekimi' ne bağlı bir adamım. Bu yaştan sonra tümüyle oraya tabi olduğumu söylesem bile yanlış olmaz dostlar.
***

Esas bu sıralar Başkent çok hararetli günler yaşıyor! Türkiye gibi yörüngesinden kurtulmuş bir ülkenin cumhurbaşkanını seçmesi kolay bir iş mi? "Cumhurbaşkanı'nı Türkiye kendi seçecek" diye Ankara'dan çok başka başkentleri ateş basıyor, bilhassa BATI başkentlerini.. Telaviv, Kahire, Şam, Bağdat da ateş altında.. Kendi halklarıyla değil kavgaları, inanın bizimle. Şimdiye kadar Çankaya'yı bir şekilde yönettiler. Önce askeri kullanarak, sonra cumhurbaşkanlarıyla başbakanlar arasında kavgalar çıkarıp iki başlı bir yönetim oluşturarak bunu başardılar. Baksanıza Demirel ile Özal, Özal ile Mesut Yılmaz ve Demirel-Çiller hep kavga etmediler mi? Akbulut'un bile Irak konusunda Özal'a başkaldırdığını biliyoruz. "Bile" derken küçümsediğimizden değil, bu insanlar ya Demirel ya Özal tarafından politika sahnesine çıkarılmışlardı, "velinimetleri" idi onların. Bir şeyin kavgasını verdilerse kapalı kapılar arkasında değil, medya vasıtasıyla, halkın önünde ve devlet iradesini yıpratma pahasına verdiler kavgayı. En son örneğini Sezer-Ecevit kavgasında gördük. Anayasa kitapçığı fırlatma meselesi.. Ahmet Necdet Sezer ismini cumhurbaşkanlığı için ilk öneren Ecevit değil miydi? Peki, ne oldu da yaka-paça durumuna geldiler? (Bana sorarsanız Ecevit'in kulağına da Sezer ismi son anda fasıldanmıştı, tıpkı şimdiki gibi hem de aynı çevreler tarafından.) Medya da zaten teşneydi bu kavgalara, hep de öyle olmuştur. Şimdi de "bir kısım medya"nın aradığı böyle bir durumdur ama ellerine fırsat geçmiyor, geçse bir kaşık suda boğarlar, memleket, millet düşünmezler, onlar da kendi velinimetlerine yaranmak isterler.
***

Türkiye'nin bu seçimine gelince tıpkı meteorolojik olaylara bizim bir dahlimizin olamadığı gibi bu seçim de tamamen gök çekimine uygun ve onun iradesince sonuçlanacak. Nereden mi biliyorum? Her şey gibi bu dahi "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" hükmünce gerçekleşecek. Baksanıza SIR, adayların açıklanışında gizli. Biri milletin, biri herkesin adayı, öbürü de seçimin çeşnisi… Milletin seçeceği 12. Cumhurbaşkanı adayı, saat tam 12'ye 12 kala açıklandı. Tılsımlı sayı 12, bundan sonra 12 rakamlı her şeye dikkat edin. Millet tam 12'den hedefi tutturacak.

gazete

24 Temmuz 2014 Perşembe

O 'an'lar

Ahmet TEZCAN

O 'an'lar

24.7.2014

Zaman akıp gidiyor geçip giden zaman mı yoksa insan mı? Tanpınar'ın dediği gibi; Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında... Seçilmiş, belirlenmiş, bir özellik yüklenmiş müstesna ve mübarek anlardan söz ediyorum.
İşte Ramazan, "On bir ayın sultanı" ve "bin aya muadil" Kadir Gecesi, kandil gecesi...
Zaman içinde zamanlar, müstesna anlar ve mekânlar vardır. Onun için Kabe'yi "Muazzam" ve Mekke'yi "Mükerrem" kılarken; cumayı da sözgelimi cumartesiden ayırt ederiz. Çünkü akıp giden zamanın hiçbir anı aynı değildir. Velev ki bir pencere önünde aynı manzaraya dalıp gitmiş olun, her saniyeniz birbirinden farklıdır.
Hadi canım sende! Bunu asla demeyin.
***
Aslında önemli olan zaman değil, farkında olandır. Gelmiş geçmiş milyarlarca insan birbirine asla benzemez. Parmak izlerimize, retinalarımıza mührünü vuran Kudret'e bu asla zor gelmez.
Kar tanelerinin hangisi ötekisine benziyor?
O mucizevi figürler neyin şifresi, hangi iradenin simgesi biliyor muyuz?
Daha keşfedilmemiş nice farklılıklar, ne mucizeler barındırıyor kim bilir?
Hele SEÇİLMİŞ OLANLAR çok daha değerlidir. Yüce yaratıcımız neyi seçmişse lütfetmiş, yükseltmiş ve yüceltmiştir.
Tüm canlıların içinden insanı seçmiş ve "yaratılmışların en şereflisi" makamına yükseltmiştir. İçlerinden seçilenler de kimi nebi, kimi veli olarak "efendimiz" olmuşlardır bizlere. Zaten Peygamberimiz'e salât ve selamda bulunmak, ona sevgimizi ve teslimiyetimizi ifade etmek (Ahzap 56) Kur'an hükmüdür.
O'nun seçtiği taş bile olsa; elmas olmuş, zümrüt olmuş ve bir kaya parçasına asla eş tutulmamıştır.
***
On bir ayın sultanı RAMAZAN ve içindeki "bin aya bedel" KADİR GECESİ de böyledir. O ANI yakalayabilen ortalama bir insan ömrü demek olan 83 yıl dört aylık ibadete eşit sevabını, affını, mağfiretini kazanmış olmaktadır. Cuma günü ve cuma namazı ile içine saklanan O AN da öyledir. Gün içinde de sabahın "fecr", akşamın alacakaranlık vaktine saklanmıştır o an..
Dün sahur sonrası başımı semaya kaldırınca eğik bir zeytin dalını andıran Ramazan hilali ile yüz yüze kaldım da bunları yazdım, yarından sonra da BAYRAM olacak, yine O AN olacak.
Hepinizin O AN'ını kutluyor ve mutluluklar diliyorum.

gazete

17 Temmuz 2014 Perşembe

Seçime saygı

Ahmet TEZCAN

Seçime saygı

17.7.2014

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en yüksek, en onursal makamına bir seçim yapacağız. Bu seçimi bu defa millet bizzat kendisi yapacak. Mısır, eski Yunan ve Roma gibi yöneticilerini yarı tanrılaştırmış toplumlarda böyle günlere büyük atıflar yapılmış ve tarihe kayıtlar düşülmüştür. Vatikan'ın seçimiyle kıyaslanmaz ama bizim tarihimizde de bey, padişah, hakan, kağan adı ne olursa olsun devleti yönetecek olan insanın değişmesi çok önemli bir olaydı ve özel protokole tabi idi. Bunlar tarih içinde oluşan geleneklerdir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin doğduğu Osmanlı'nın son hakanı tahta çıkarken, İstanbul'daki işgal kuvvetleri, harp halinde de olsa bir büyük devletin protokolüne "saygı" gerekçesiyle ateş kesti. Bu tarihi mirasın sahipleri olarak şimdi de bizler bu büyük seçime özen göstermek durumundayız. Bu, kendimize, devletimize, devlet olarak varlığımıza saygının bir gereğidir.

***
Ortamı germek, hafife almak bu seçimin mehabetine uymamaktadır. Tamamen ideolojik ve slogandan ibaret söylemler ortalığı sertleştirmektedir. Sözü döndürüp dolaştırarak rejime getirmek inandırıcılıktan uzaktır. Cumhuriyetle bir sorunumuz yok bizim, İmparatorluk sonrası bu millet bu meseleyi çözmüştür. "Bizi kim yönetecek?" diye sorup "ben" cevabını vererek cumhuriyeti bulmuştur. Biz şimdi "Nasıl yönetileceğiz?" in cevabını, "demokrasi" nin içini doldurmaya çalışıyoruz. Sadece çocuklarımıza bakarak yeni neslin ne cumhuriyetten, ne demokrasiden vazgeçmeyeceklerini görebiliriz. 77 milyon bu noktada mutabıktır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu olguya paralel bir karardır. Bazı söylemler artık eskimiştir. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı gibi en tepe makama seçim yaparken bölgede hesabı olanların boş durmayacakları hesaba katılıp onların ekmeğine yağ sürülmemelidir. Birbirimize düşersek huzurla yaşayacağımız ne bir başka bayrak ne bir karış toprak bulamayız. İç savaş bataklığına düşmüş komşularımızın vatandaşları bize ibret olmalıdır. Sayıları milyonu bulan insanlar çoluk çocuğuyla sokaklarda sürünüyor.

***
Vatandaş olarak neticede biz, bu meselelere çözüm bulacak ve bizi en iyi temsil edecek insanı arıyoruz. Ne rejimi yıkma hevesi, ne cumhuriyet aleyhtarlığı, ne şu ne bu, vatandaş huzur aramaktadır. Huzur ise yaşam kalitesinin artırılmasına bağlıdır. Ekonomi çarkını sağlıklı şekilde çevirecek, içte ve dışta hakkımızı koruyacak ismi bulmak durumundayız. Dünyanın ileri ülkelerinde insanlar nasıl bir hayat sürüyorsa bizim insanımız da aynı standardı yakalamalıyız. Ülke manzarasına bakınca öyle elin tersiyle itilecek halde olmadığımızı da kabul etmek lazım. Hayat kalitemiz geçmişe göre kademe kademe artıyor. Herkes yediği, içtiği, oturduğu, kullandığı, yaptığı şeylerin geçmişle kıyaslamasını yapsa bu gerçek görülür. Ben bakıyorum; kimi yeni eve taşınıyor, araba alıyor, eşyasını, arabasını yeniliyor vs. Şimdi bu sıcak yaz gününde ortamı germeye, toplumu karıştırıp birbirine düşürmeye çalışanlara kimse prim vermez. Çok dikkatle ve büyük olgunlukla bu seçimi de yapıp huzurla geleceğe bakmak durumundayız.

gazete

10 Temmuz 2014 Perşembe

İmamoğlu'nun ardından...

Ahmet TEZCAN

İmamoğlu'nun ardından...

10.7.2014

Haftaya çok kötü girdik dostlar, yasım var, bir can dostumu kaybettim. Kahramanmaraşlı siyaset adamı Atilla İmamoğlu elim bir kaza sonucu Hakkın rahmetine kavuştu. Oran'da yolun karşısına geçerken 22 yaşında hız tutkunu bir çocuğun kullandığı (daha doğrusu kullanamadığı) araba İmamoğlu'nun eceli oldu. Bu kayıp sadece benim değil, tüm dostları ve hemşerileri için de büyük kayıp. Dün onu hemşerilerine sordum. K.Maraş Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Sağlam, "Tanıdığım en dürüst ve en inançlı şahsiyetlerden biriydi Atilla Bey, eğriye eğri doğruya doğru derdi" dedi. İktidar Grubu Başkanvekili Mahir Ünal da "Atilla İmamoğlu memlekete hizmetleriyle güzel bir seda bıraktı" dedi. İki dönem milletvekilliği yaptı memleketinden, Meclis'te merasim istememiş, Kocatepe Camii'nde ise çok kalabalık vardı, mezara kadar da devam etti. Eski bakanlardan Esat Kıratlıoğlu'nu bir ara kollarını sıvamış kabrine toprak atarken gördüm. Siyasilerin yanı sıra çok sayıda Meclis çalışanı da törende hazır bulundu. Atilla Ağabey hep kirada oturdu, TOKİ'den ev sahibi olunca Gölbaşı'na taşınmıştı, oraya da defnedildi. Ramazan'da çok defa memleketi Afşin'de olurdu, nasip olmadı, cenazesini beklediler. Fakat çocukları, babalarının mezarını yaşadıkları yerde isteyince o da olmadı.
***

Kahramanmaraş, Necip Fazıl'dan Aşık Mahzuni Şerif'e, Abdurrahim Karakoç'tan Cahit Zarifoğlu'na kadar birçok ünlü ve çok değerli insanlar yetiştirmiştir. Kahramanlığıyla bütün vilayetleri kahraman yapan Maraş'ın en ünlüsü Sütçü İmam'dır muhakkak. Bir kan bağı var mıdır bilmiyorum ama Atilla İmamoğlu her bakımdan tam da onun neslidir. O bir "Sütçü İmam Torunu"ydu, sağlam bir iman ve inanç sahibiydi gerçekten. Bir elim trafik kazasıyla olmasaydı bu mübarek ayda, ağzının orucuyla, iftar vakti ölüm ona çok ama çok yakışacaktı. Dürüst, doğru sözlü, sözünün eri mert bir adamdı Atilla İmamoğlu. Öyle ki 12 Mart muhtıra döneminde Meclis'te kulisler darbe söylentileriyle çalkalanırken arkadaşlarına; "Çıkalım Meclis binasının önüne müdahaleye karşı çıkalım, bizi kurşuna dizeceklerse dizsinler, hiç olmazsa korkuyu bir kere yaşamış oluruz" diyecek kadar yürekliydi. Ne ardından gittiler, ne de onu bıraktılar, bu sinmiş, ürkmüş tavır maalesef müteakiben Meclisimizi hep müdahalelere muhatap, hattâ davetkâr kılmıştır.
***

Çok cömert ve çok kibardı Atilla İmamoğlu, onun bulunduğu masada kimse elini cebine atamazdı. Tanıdığı, sevdiği insanlar varsa yan masalar da hesaba dâhil olurdu. O bunu gizlice yapardı, bir bakardık hesap ödenmiş olurdu. Asil bir insandı Atilla Ağabey, çok onurluydu. Bir kimseye bir şeyi bir kere söyler, olmazsa gönlüne küserdi. En sevdiğim tarafı, bütün bu saydığım halleri kendine asla yakıştırmaması ve nefsini daima aşağılamasıydı. Onun ölümü bende çok büyük boşluk bıraktı, kiminle dolar bilmem. Allah O'na rahmetini esirgemesin, cennetini lutfetsin. (Fatiha talebiyle, amin..)

gazete

3 Temmuz 2014 Perşembe

Hedef tam 12

Ahmet TEZCAN

Hedef tam 12

3.7.2014

Adı 'Çengi kayası' idi, at-arabalı göçerler gelip derme çatma çadırlarını kurar kendilerine göre bir hayat yaşarlardı o kayalığın eteklerinde.
Bir mevsimliğineydi onların Çengi kayasındaki hayatları, köpekleri, tavukları ile doğayla iç içe bir yaşam sürerler ve mevsim kışa dönerken güneye bir akarsu başına inerlerdi.
Böyle diyor araştırmacılar, Ankara'nın Çengi Kayası zamanla Çankaya olup devlet ricali yerleşince adından çok söz edilir oldu.
Kimi zaman bilmem kaç rakımlı tepe, içinde yaşayanlar için 'Çankaya'nın sakini' yakıştırması yapılan zamanlarını yaşadık, daha eskisini kitaplardan okuyoruz.
Arşivler açılıp belgelerine ulaşılsa Çankaya hakkında neler yazılır kim bilir?
***

Çankaya'nın kaç adamı millete liderlik etmiştir, sormak, bilmek isterim bir Cumhuriyet çocuğu olarak? Zaten son yüz yılın gerçek tarihinin henüz yazılmadığını düşünenlerdenim. Hatıratlardan ne çıktıysa onunla yetiniliyor. Son asrın gerçek tarihinin yazılmasına biraz daha zaman var. Çankaya'da en calibi dikkat zaman şüphesiz Gazi'yle geçen yıllardı. Dobra bir adamdı bence, vasiyeti bile açılamıyor henüz, çekiniyoruz. Ne dedi, sonraki nesillere ve devlet ricaline neler vasiyet etti, bilmiyoruz. Falih Rıfkı gibi o günlere dair yazanlardan öğreniyoruz bazı şeyleri fakat sınırlı.
Bir gün diyor Gazi, karşısına Recep'i (Peker)oturttu ve sordu:
-Söyle sen benden korkmaz mısın?
Recep güldü ve şöyle dedi:
-Ne senin arkadaşların korkaktır ne de sen korkunç birisin.
İşte, korkacak ne var, açın vasiyeti bilelim. Falih Rıfkı Birinci harpten sonra Türkiye'nin İngiltere'ye özellikle, "tam bir boyun eğme" hali içinde olduğunu da yazmış. Nelerin yaşandığı az çok tahmin ediliyor.
***

Özal Köşk'e aday olmadan iki gün önce Atakule'ye çıkmış Ankara'yı seyretmiş. "Atatürk kalksa gelse şuradan Ankara'yı seyretse" diye içinden geçirmiş. Değişimi göstermek istiyor Özal, "Alnını karışlarım" diyor karşı çıkanın ve ilave ediyor Yalnız Ankara değil, tüm Türkiye'nin değiştiğini söylüyor...
Kendi sesinden dinledim, kasetten... Özal da kalksa bir de şimdi baksa, Türkiye'nin nasıl değiştiğini görse. Menderes, Özal, Erdoğan gerçekten inanılmaz atılımların liderleri oldular, Türkiye'nin adını yükselttiler. Başbakan Erdoğan'ın adaylığının açıklandığı gün salondaydım. Türkiye'yi 12 yıldır yöneten, Çankaya'nın 12. adayının adını saat tam 12'ye 12 dakika kala partisinin 2. adamı Mehmet Ali Şahin'in ağzından duyduk. Erdoğan hedefini de tam 12'den vuracak.
Muhalefet liderleri zamanı okuyamadılar ve 'Eski Türkiye' mantalitesiyle kulaklarına fısıldanan ismi sadece açıklayan oldular. Bu onların son seçimi olacak kendileri de kaybedecek.

gazete

26 Haziran 2014 Perşembe

Yerçekimi kadar gökçekimi de önemli!

Ahmet TEZCAN

Yerçekimi kadar gökçekimi de önemli!

26.6.2014

Yarından sonra Ramazan... Kendini yerçekimi kadar 'GÖKÇEKİMİ'ne de tabi hissedenler için büyük anlam taşıyor bu ay... Bu takvim Müslümanlar için işliyor, oruç ayında başka inanç sahiplerine söyleyecek sözümüz olamaz. Oruç, Hicret'in yani Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesinden (622) 1.5 sene sonra Müslümanlar'a farz olunmuş. (Namazın hicretten bir yıl önce, Zekat'ın oruçla birlikte ve haccın da miladi 631 yılında Müslümanlar'a farz kılındığını bu arada söylemiş olalım.) Kelime-i şahadet getirip, yani varlığını birliğini, Hz. Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğunu kabul ve tasdik eden cümleyi ikrar ve ifade ettikten sonra namazını kılıp orucunu tutan, mali durumu yerindeyse hac ve zekatını da gerçekleştiren Müslüman İslâm'ın 5 şartını yerine getiren-tabiri caizse- BEŞ YILDIZLI MÜSLÜMAN oluyor.

***
Bizim İslâm olmaktan anladığımız bu... Burada İslâm'ın şartlarıyla ilgi vaaz verecek değilim. O bize düşmez, bilgimiz de yetmez. Ancak Müslümanlığı MÜ'MİN derecesinde yaşamanın her kişinin değil, ER KİŞİ'nin işi olduğu da bir gerçek. Ona da irfan deniyor ve başka kaynaklardan da beslenmek gerekiyor. Namaz, oruç gibi ibadetlerden önce dinin, İslâm'ın, imanın evvelen ve bizzat SAMİMİYET olduğunu biliyoruz. Diyanet'in bu seneki sloganı buydu, Kutlu Doğum etkinlikleri boyunca kürsü alimleri her fırsatta 'DİN SAMİMİYETTİR' diye ilan ettiler durdular... Ve fakat bilmek yetmiyor; inanmak, iman etmek ve yaşamak gerekiyor. Biz okurken de, dinlerken de hep başkaları için dinler, başkaları için okuruz, kendimize bir türlü sıra gelmez.

***
Ramazan Müslümanlar'a, bizatihi Müslüman için bir durumdur yani... Namaz oruç gibi ibadetleri Cenabı Mevla Müslüman'a farz kılarken adam öldürmeyi helal kılmadı. İnsanoğluna iyilik emredildi kötülük de yasaklandı. Yalan, hile, hiç kimseye hiçbir varlığa haksızlık yok ve adaletle davranmak esas. Gel gör ki, dünyada 63 Müslüman ülke var ve savaş halinde olmayan yok gibi, hepsi birbirini yiyor. Irak'ta, Suriye'de öteki yerlerde Müslüman olduğu iddiasında olan ama ne idiğünü ancak Allah'ın bildiği bir takım kişiler, "Bismillah" deyip orucunu açtıktan sonra muhtemelen, "öteki"nin ensesine silahı sıkıyor gitsin... Ardından "Allahüekber" diye bir de nara atıyor. Müslüman ülkelerin çoğu petrol denizinin üstünde... Sade petrol değil, birçok değerli madenin elde edildiği ülkelere bakıyorsunuz ekseriyeti yine Müslüman... Dünyada 1 milyar 600 milyon Müslüman yaşıyor ama aklını kullananların sayısı belli değil. Oysa dinimiz bize aklımızı kullanmayı emrediyor. Ramazanınız mübarek olsun.

gazete

19 Haziran 2014 Perşembe

Rol veren kim?

Ahmet TEZCAN

Rol veren kim?

19.6.2014

İnönü'nün Cumhurbaşkanı olarak Köşk'te oturduğu sıralarda Türkiye'nin kaç hükümetle yönetildiğini bilir misiniz? İki kez Refik Saydam, iki kez Şükrü Saraçoğlu, bir kez Recep Peker, iki defa Hasan Saka ve bir kere de Şemsettin Günaltay'ın başvekilliğinde olmak üzere toplam 8 hükümetle yönetildi. (O zaman bakanlar vekil, başbakan başvekil olarak anılırdı. Celal Bayar Gazi'nin son başvekiliydi.) 10 yılda tam 8 hükümet, asıl yöneteni de belli, İnönü'den habersiz bir irade ortaya konulması düşünülebilir miydi?!.. Sonra çok partili hayata geçildi. "Menderes'li yıllar" dediğimiz on yılda beş hükümet değişikliği oldu. Bir darbeyle sona erdirilen Menderes'in başında bulunduğu 23 ncü Cumhuriyet Hükümetiydi. İhtilalin lideri Cemal Gürsel'in ardından Fahrettin Özdilek'e kurdurulan 25. Hükümet 1961 Ocak ayında göreve başladı, aynı yılın Kasım'ında da bitti, İsmet Paşa yeniden görev aldı.

***
Üç hükümet değişikliğinden sonra ülke yönetimine gelen Demirel'in yönettiği 3. hükümetin 1970 yılı 12 Mart'ında bir muhtıra ile uzaklaştırılmasının ardından sırasıyla; Nihat Erim, İlhan Öztrak, Naim Talu ve Ecevit, ömrü ancak aylarla ifade edilebilen hükümetlerle Türkiye'nin kaderinde rol aldılar. (Erim'in bir suikastla devre dışı bırakılması enteresandır, didiklenmesi gereken bir olaydır bu..) Sonra 12 Eylül geldi. Özallı yıllarda, Akbulut'lu, Yılmaz'lı, Çiller'li dönemleri yaşadık. Oğul İnönü'nün de rol aldığı devirde eski liderler (Demirel ve Ecevit) yeniden boy gösterdiler ama bir varlık gösteremediler.

***
Türkiye'nin nasıl bir girdaptan geçtiğini şimdi daha iyi anlıyoruz. 12 Eylül'ün generallerinden Evren ve Şahinkaya dün müebbet hapse mahkûm oldular. Gecikmiş de olsa tarihi bir karardır ve bir dönüm noktasıdır. Kimyamızı bozan bu darbeler ve darbe teşebbüslerinde halka silah doğrultanlar elbette suçludurlar. Ancak şahsen ben bunların yani görünen aktörlerin sadece AKTÖR olduklarına inanıyorum. Onlara rol verenler içeride ve dışarıdadır ve onların darbecilerle kurdukları ilişkilerin mutlaka ortaya çıkarılması gerekmektedir. Yüz yıldır bu milleti rahat bırakmayıp bir şekilde önünü kesen, enerjisini tüketen gücün bugün Suriye'de, Irak'ta, Mısır'da başka yerlerde kuklalarıyla icraatlarını sürdürdükleri bilinmelidir. Türkiye'nin yolunu kesmek için onların çok sebepleri vardır. Oturduğumuz coğrafya onlara çok önemli malzemeler üretmeye devam etmektedir.

gazete