30 Ekim 2013 Çarşamba

90. yılda torunlarla

Ahmet TEZCAN

90. yılda torunlarla

31.10.2013

Cumhuriyetimizin 90 ncı yılını bu sene ben Panora AVM'de torunlarımla kutladım. Cumhuriyet Bandosu'nun -"Ulusalcı" demiyorum- milli ruhu yüksek mini repertuarını birlikte izledik. Ellerimizde al bayraklarımızla kadın-çocuk, genç-yaşlı marşları şarkıları hep birlikte söyledik.
Çarşı yöneticileri özel günlerde bunu hep yapıyor, 30 Ağustos'ta da Zafer kutlamalarına minik bir konserle katkıda bulunmuşlardı.
***
Üç yaşını dolduran ikizlerin de babaları gibi müziğe ilgileri çok yüksek.. Daha önce de Mehteranı yine torunlarla Âlâ Yaşam Merkezindeki bir konserinde izlemiştik, büyük ilgilerini çekmişti, dede-torun çok keyif almıştık. Bakarsınız Panora yöneticileri mehteranı da bir gün çarşıya davet ederler. Cumhuriyet Bandosu gibi Mehteran konserini de zevkle izleriz. Üstelik Panora AVM'nin "Çarşı meydanı" diyebileceğimiz, zemininde dev Piri Reis haritası bulunan alana Mehteran da çok yakışır. Çoğu yabancı ve emsallerine göre profili yüksek Panora müşterisi Mehteranı da ilgiyle izleyeceklerdir.
***
Bakıyorum Cumhuriyet'e bir saldırı varmış gibi bir savunma içinde olanlar var. Özellikle de kendilerini "ulusalcı" olarak niteleyen kesim gözü dönmüş gibiler.. Cumhuriyet ve Atatürk savunucusu yalnızca kendileri ve "ötekiler"in Cumhuriyet ve Atatürk taraftarlığını da zinhar kabul etmiyorlar.
Böyle bir şey olabilir mi? Taraftarımız artıyor diye sevinileceği yerde kendilerinden başka hiç kimsenin Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet taraftarlığı sahici bulunmuyor.
Sayıları az da olsa bu anlayışa söylenecek söz yok.. Zaten söyletmiyor ve hemen reddediyorlar.
Yok böyle bir şey! Tedavisi gerekir diye düşünüyorum böylesi anlayışın!
Şunu kesinkes ve samimiyetle ifade edeyim; Cumhuriyetle kimsenin bir sorunu yok, Atatürk ile de.. Fakat gel gör ki adamların esas gayesi maraza çıkarmak.. Çünkü ülke yönetimi onların elinden çıktı. Eskisi gibi borularını öttüremiyorlar. "Ağzı çorba kokuyor, köylü" diye aşağıladıkları insanlar şimdi her alanda başarılı. Dolayısıyla hazımsızlıklarını REJİM MÜCADELESİ olarak sunuyorlar.
Bunun için de Bayrağımız dâhil, "Cumhuriyet, Demokrasi, Halk, Anadolu" gibi kavramları, kurumları, söylemleri fütursuzca kullanıyorlar.
Ne yaparsa yapsınlar geçti o dönem, statükoya dönüş yok, eski hal muhal..

gazete

24 Ekim 2013 Perşembe

Yağ kimin ekmeğine?

Ahmet TEZCAN

Yağ kimin ekmeğine?

24.10.2013

Açın dünya haritasını önünüze ve dikkatle inceleyin. Bizim ülkemiz jeolojik olduğu kadar ideolojik ve de ekonomik bakımdan çok doğurgan, çok sıkışık ve çok zor bir coğrafyada yer almaktadır. Uzak doğusu yahut batısı, dünyanın hiçbir noktasında bizim coğrafyamızın özelliklerini göremezsiniz. Bu toprakların cennet ya da cinnet coğrafyasına dönüşmesi için gerekli her tür malzeme her zaman elde edilebilir. Konfor ya da bunalım bu topraklar ikisini de üretme kabiliyetine sahiptir. Çok iddialı şeyler mi söylüyorum?
***
Kudüs, Mekke-
Medine, Tahran, Moskova, Brüksel...
Siz bu merkezlere Atina, Vatikan, Roma'yı da ilave edebilirsiniz; Bizim coğrafyamız bu merkezlerin ortasındadır, kuş uçuşu iki, iki buçuk saattir bu mesafe...
Bütün dünyanın bu merkezlere en az bir sebeple yoğun ilgisi bulunmaktadır.
Kaldı ki dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'inin bizim coğrafyamızdan, adeta kucağımızdan dünyaya pazarlandığı düşünüldüğünde başkaca sebep aramanın gereği de bulunmamaktadır.
Hele de Türkiye'nin, 21 milyon kilometrekarelik bu coğrafyayı-ki içinden 64 ayrı devlet doğmuştur- 6.5 asır yönetmiş bir medeniyetin mirasçısı olduğu düşünüldüğünde yaşanan sorunların derinlik, etkinlik ve yaygınlık kabiliyeti kolayca görülebilmektedir.
***
Tüm bu nedenlerle 100-150 senedir bu coğrafyada bir istikrar tutturamadığımızı söylersek yanlış olmaz. Biz yönetiyor gibi göründük ama işin aslı öyle değildi. Başka bir el daima vardı.
Yakın siyasi tarihimize bakınca; dinimize, milliyetimize, sermayemize, çalışanımıza birer parti kurdurulup siyaseti rekabetten rezalete dönüştürerek bu memleketin insanlarını bölük bölük böldüler, birbirine düşürdüler. Biz kavga ederken de ONLAR işlerini yürüttüler.
Bu ONLAR çok önemli...
Dünyayı asırlardır bazı aileler yönetiyor. Firavunlar gitti bu aileler onların yerini aldı. Dolayısıyla ONLAR, dünyanın her köşesinde kendilerine yakın ailelere her türden imkânı sağlayarak istedikleri coğrafyada istedikleri şeyleri elde ettiler. Bu ilelebed sürsün istiyorlar. Gözünüzü açıp birbirinizle kucaklaşınca korkuya kapılıyorlar.
Kendi kendinizi yönetmenizi, kendi imkânlarınızı kullanmanızı istemiyorlar. Daima kavga edip birbirinizle uğraşırsanız onların ekmeğine yağ sürmüş oluyorsunuz, olan bitenin yorumu bu kadar basit.

gazete

17 Ekim 2013 Perşembe

İki ip meselesi…

Ahmet TEZCAN

İki ip meselesi…

17.10.2013

Eskiden kocaman evlerde neneyle dedeyle kocaman hayatlar yaşanırdı. Evlerimiz kocaman ve müstakildi ama hayatların tam da öyle olduğu söylenemezdi. Aile büyüklerinin belirlediği yerleşik alışkanlıkların yaşananlar üzerinde etkisi vardı ve önemliydi.
Devletin yaşlı nüfusa teşvik paketi hazırlaması boşuna değil. Yaşlı nüfus sosyal ortama çekilmeye ve aile bağları güçlendirilmeye çalışılıyor.
Böylelikle dedeler ve nineler daha aktif hale gelecek. Gençlerin onlara nereye kadar tahammül edecekleri hesapta yok! Onlara da belki "tahammül primi" öngörülüyordur kim bilir?
***

Lafı Kurban Bayramı'na getireceğim de dolaştırıp duruyorum. Şimdi kurbanlık hayvanı görmeden, ona dokunmadan sipariş üzerine bir bakıma "tele-bayram" ediliyor da ona yanıyorum. Bir telefon, bedeli bankaya yatıyor kendimizi de tatile atıyoruz. Ne kurban var ne fakir! Kurban ve Bayram üzerine asırlar içinde oluşan ve yaşanan gelenekler de böylece tarih oluyor. Aslında güne zamana kurban bizzat kendimiziz.
Dolayısıyla günümüzün nesli, hayatı tatbiki olarak öğrenmekten uzak kalıyor. Ters gibi görünüyor ama kurbanlık hayvanı görmek sevmek, ona şefkatle muamele edip okşamak, suyu, yemi ile uğraşmak başlı başına bir terapi. Bundan yoksun kalınca insanlar sokakta kedi köpek arıyor, beslemek sahiplenmek adına.. Onların aç susuz kalmamaları için hayvan barınakları açılıyor, kavgalar veriliyor, kampanyalar düzenleniyor. Neden? Çünkü insanın kendinden başka diğer canlılarla teması, onlarla uğraşması bir ihtiyaç ve hayatın gereği. Kurbanın etini kanını göreceksin, dokunacaksın, can verirken çırpınıp seğrilmesini hissedeceksin. Hissedeceksin ki hayatın içinde en ufak bir tartışmada insan canına kıymayasın. Maç uğruna adam bıçaklayıp palayla dolaşmayasın.. Düğünde dernekte tabancayla tüfekle magandalaşıp masum hayatları söndürmeyesin.
Testereyle adam doğramayasın. Yalnız bu mu? Hayvanın neresinden ne elde edildiğini, temel bir besin maddesi olan etin, sakadatın ne olduğu, dolayısıyla ne yediğini, neresinden yediğini ve nasıl beslendiğini gazeteden öğrenmeyeceksin.
Hayat böyle dinle, inançla, örf ve ananelerle kendi içinden öğreniliyor. Büyükleri saymayı küçükleri sevmeyi "AND" la değil, böyle günlerde göstereceksin.
Sabah erkenden uyanıp işe koyulmanın sağlığı, dinçliği, kazancı nasıl öğrenilecek?! Gençler baklava, börek, sarma dolma türünden yemekler yapmayı, "fast-food" la beslenmemeyi, evliliğe hazırlanmayı, olgunluğu, sorumluluğu, tahammül etmeyi, hayatı birbirine dar etmemeyi, dolayısıyla bir yılı bile doldurmadan bazen 6 aylık bir çocukla boşanmamayı nereden bilecekler, nasıl öğrenecekler? Erkekler, kadınlar torunlar dahil çocuklar tüm aile bireyleri, halalar dayılar tüm toplum; kurbandı, bayramdı, sünnet, düğün asırlardır birbirleriyle yaşamayı, dayanışmayı, izzet ve ikramı nasıl yaşattılar, nasıl öğrendiler, büyük büyük devletler kurup yönettiler?
***

İşte, bayram da bitiyor tatil de.. Haftaya hacılar dönüyor, annemiz babamız akrabalarımız.. Kasım'ın dördü hicri yılbaşı, Muharrem ayı giriyor, aşûreler kaynayacak oruçlar tutulacak, toplumun harcı olan gelenekler yaşanacak yaşatılacak alevisi sünnisi Kürdü, Türkü, Müslim gayrımüslimiyle.. Arefeden bir gün önce bir düğündeydim.
Her kesimden insanlar vardı. Düğün ortamı işte malum.. Çiftetelli'den halaya, roman havasından Kafkas danslarına kadar ne varsa ud, saz, davul, zurna, tulum, akordeon eşliğinde çalındı, söylendi, oynandı. Bir Meksika şarkısı olan "Besame mucho" dahil her havaya insanlar uydu. Sonunda "Ankara'nın bağları"yla işi bağladık.
Demem o ki insanlar kafası ve gönlü ile birbirinin havasına ayak uyduruyorsa hayatına da uyar uydurur ve asla yadırganmaz. Bu toprakların çocukları ayırarak, ayrıştırarak, bölerek değil, birleştirip bütünleşerek ve büyüterek imparatorluklar kurdular ve asırlarca hükmettiler. Hz. Mevlâna, Bir ip iğneye kolay geçer diyor, iki ipi iğneye geçirmek için bükmek bükülmek gerektiğini söylüyor.

gazete

10 Ekim 2013 Perşembe

Sanal bayramlar..

Ahmet TEZCAN

Sanal bayramlar..

10.10.2013

Haftaya Kurban Bayramı… Kim kurban, kim neye kurban? Çağın dayatılan şartları milli bayramlar gibi dini bayramların da hızla içini boşaltıyor.
Büyük şehirlerde zaten bayram değil, BAYRAM TATİLİ bir süredir… Bir fırsat atıyoruz kendimizi zamanın, şartları kucağına, bir o yana bir bu yana çalkanıp duruyoruz.
Bir çok şey gibi bir süre sonra kurbanı da sanal âlemde halledersek şaşmayın. Kart numaranızı verir gereken meblağı ödedikten sonra ekranda kurbanlık bir koyun ile bir bıçak belirir.. TEKBİR getirmeniz gerekmez(!), o zaten cümle halinde ekranın üstünden "Allahüekber Allahüekber, lailahe illallahü vallahü ekber, Allahüekber velillahil hamd" şeklinde akacaktır. İsterseniz kurbanlık koyunun "mee.." sesini de efekt olarak duyabilirsiniz. Ve bıçağı çalarsınız kurbanın boğazına, görsel olarak kan da akıtırlar ve size eliniz açıp amin demek kalır ekrandan yükselecek kayıtlı duaya..
Ne dersiniz, tatmin edici olur mu? Kansız, kurbansız sanal bir bayram.
***
Siz öyle sanın.
Belediye otobüsünden indim az önce kimse kimsenin yüzüne bakmadı, kimseye merhaba demedi.
Biz kendimizi değiştirmez isek bizi kimsenin değiştirmeyeceğini biliyoruz. Öyleyse kime kurban niye bu bayram telaşı? Eskiden bir annem vardı, gidip mutlaka ellerini öpüyor, hiç olmazsa bayram ziyaretini yerine getirmiş oluyordum, şimdi o da yok.. Ailenin en büyüğü nüfus kayıtlarına göre benim ama, büyüklük artık nüfus kaydına göre değil, sahip olunanlara göre ölçülüyor ne yazık!
***
Günümüz insanı haksız da değil. Şehir şartlarına mahkûmuz. Apartmanın arka bahçesinde geleneklere uygun olarak kurban kesmeye kalkışsam komşuların nasıl tepki vereceklerini kestiremem.
Yer bulunsa, eline bıçağı alıp kesecek adam yok. Hepimiz modernleştik(!).
Kesim yerinde bıçak kurbanın boğazına vurulurken herkes birbirinin ardına saklanıyor. Çığlık atıp ayılıp bayılanlara dahi rastlamış olmalısınız.
***
Ruhu olmadığı gibi pratiği de yok artık. Yüzüp eti kemiğinden ayırmak maharet .. Bayramda hastanelerin acil servisleri tam zamanlı çalışıyor. Bayramda her yerde kendini veya elini doğrayanları izliyoruz ekranlardan.
O zaman telefonla, bir bankaya ya da bir yardım kurumu hesabına parayı yatırıp kurban mükellefiyetini ifa etmek en kolay yol oluyor. Çok isterseniz, kurban da olsa bayramda eti kasaptan satın alıp yiyeceksiniz. Yakında kasabalara köylere kadar bu usulün yaygınlaşması muhtemeldir.
Dünya hem değişiyor, hem de bizi değiştiriyor.

gazete

3 Ekim 2013 Perşembe

Camiler Haftası

Ahmet TEZCAN

Camiler Haftası

3.10.2013

Bu hafta Camiler ve Din Görevlileri Haftası, ben de hemen sözümün başında muhataplarının kutluyor ve camilerdeki cemaatlerin artmasını diliyorum.
Bu camiye cemaate ve de Diyanete dair hafta meğer 1986 yılından beri kutlanırmış, ben Diyanetin kuruluşundan bu yana bu etkinliğin yapıldığını sanıyordum.
Bu kutlamalar genellikle camiyle sınırlı kalır. Hocaefendiler Cuma Hutbesi'nde camiden, cemaatten, camilerin komşulara komşuların da camiye ihtiyacından söz ederler.
Bir manada kutlamalar vaaz nasihat ile geçer, çok olsa bir de mevlid okutulur o kadar.
İnşaatı yarım kalmış mahalle camileri varsa, Ramazan ve Bayramda da inşaat tamamlanamamışsa camiler haftasından yararlanmak istenir, yine sergiler açılır ve vatandaşın desteğine başvurulur.
***
Zaten bizim memlekette camiler büyük çoğunlukla vatandaş desteğiyle yapılmıştır.
Devletin yaptığı cami sayısı çok azdır benim bildiğim. "Yok benim vergilerimle her tarafı camilerle doldurdunuz" teraneleriyle bağırıp çağıranlar doğruyu söylemiyor. Onların sayısı da çok fazla değil aslında, onların aklının tabanında dine düşmanlık yatar, küçük ve müfrit bir azınlıktılar ama sesleri çok çıkar. Her zaman da camiye cemaate, diyanete dair kızacak bir şey bulurlar.
***
Benim inancım camiyle, cemaatle haşır neşir olmak hocalarla filan bir yere kadardır.
Esasen camiye ancak davetle girilir çıkılır. Evet, ezan da bir davettir ama esas yüreklere yapılan davet olmadan camiye giremezsiniz. Ya hocaya ya müezzine kızarsınız ve camiden uzaklaşırsınız.
Hemen "Camiye kim davet edecek, camiye de davetle mi gidilirmiş?" demeyin. Camiye, cemaate içiniz ısıtılmazsa dikey olarak oraya hayatta adımınızı atmazsınız. İstediği kadar hocalar "5 vakit namaz mü'mine farzdır" diye söylesinler.
Hocalar da söyledikleriyle kalır siz de ancak cumadan cumaya veya bayramdan bayrama yahut bir cenaze münasebetiyle camiye gidersiniz, bu böyledir.
Ha, hocaların hiç mi kabahati olmaz, bunu da söyleyemem. Bazıları vardır ki diyanet memurudur,"İmam yahut cami hocası" olarak adı geçse de o sadece memurdur, cemaat toplayamadığı gibi var olan cemaatini de dağıtır. Biz bu işlerin daha çok gönül işi olduğunu biliriz. Vermemişse Mabud ne yapsın Mahmud? Son olarak ilgililere bir şey sormak istiyorum. Kocatepe, Ankara'nın en büyük ve en muhteşem camiidir. Allah aşkına buradaki inşaatlar ne zaman bitecek ve 1 milyon sarfedilerek yaptırılan engelli asansörü ne zaman çalışacak?

gazete