25 Temmuz 2013 Perşembe

Aklıselim, sağduyu

Ahmet TEZCAN

Aklıselim, sağduyu

25.7.2013

Kin ve nefretten beslenerek barış ve kardeşlik tesis edemezsiniz.
Savaşlarla çözülemeyen ihtilafların sağduyuyla, aklıselimle kolayca çözüldüğüne tarih şahittir. İmparatorluklar kurup çeşitli din, dil, gelenek, görenekten insanları bunca farklılıklarına rağmen bir arada yaşatma maharetini gösterdik. Bunda aklıselimin, sağduyunun rolü büyük olmuştur.
Asırlarca bizi millet olarak tarih sahnesinde tutan sihirli güç bu duygudur. Bilgisayar 'ÇİP'i gibi bu duyguyu Yüce Rabbim içimize yerleştirmiş midir yoksa sonradan mı edinilir bu duygu bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki bizim halkımızın sağduyusu güçlüdür.

***

Uzun bir zamandır şehit cenazeleri gelmiyor, evlere evlat ateşi düşmüyor. Bu sevinilecek bir durum. Doğulusu batılısı bunun önemini kavramış gözüküyor.
Kimsenin bir hıyanete düştüğü filan yok. Aklıselim bunu gerektirdi. Sabırla beklemek gerekiyor. Sırf resim vermek ve kafaları bulandırmak için mevzi birkaç yerde girişilen eylemler sürecin sonuçsuz kaldığının göstergesi olamaz.
Ayağımıza bağ olan derin sorunların bir bir çözüm yoluna girdiği görülüyor. Etrafımız ateş çemberi, katliamlar, siyasi bunalımlar, ekonomik krizlerle çevrili bir coğrafyadayız. Eskiler 'teenni' derlerdi şimdi biz "sağduyu" diyoruz bu duyguyu asla kaybetmemeliyiz. İçeride dışarıda her türlü harekette teenni ile hareket etmekte fayda var.
Öfkeyle kalkan zararla oturur tecrübeye dayanan ünlü deyiş olarak dilimize yerleşmiştir. Terbiye sistemimizin büyükleri hep şunu telkin etmişlerdir; öfke ile akıl aynı ortamda bulunmaz, öfke hakim olursa akıl uzaklaşmış demektir. Gezi Parkı olayları öfkenin nasıl sonuçlar doğurabileceğinin en canlı göstergesidir. Derin odakların malzemesi olmak da cabası.

***

Çok değerli bir coğrafyada oturuyorsanız çok dikkatli olmak zorundasınız. Konuşmalara, beyanlara, kullanılan üsluba her bakımdan dikkat gerekmektedir. En evvel siyasiler buna dikkat etmek durumundadır. Sadece iktidar sahipleri için değil bütün kesimler için geçerlidir bu durum. Herkesin ağzından çıkanı kulağı duyacak. Bir söylerken kırk yutkunmak, lafın nereye gideceğini bilmek durumundayız. Sosyal medyada, internet haberlerinin dibine düşülen mesajlardaki üsluptan derin endişeye düşüyorum. Sebep sonuç ilişkisi, söyleyene bakarken söyleteni de bu arada görmek durumundayız.

gazete

18 Temmuz 2013 Perşembe

Hayatın satır araları

Ahmet TEZCAN

Hayatın satır araları

18.7.2013

Modern veya çağdaş, Doğulu veya Batılı erkek veya dişi.
Bunların hepsi insana sonradan giydirilen vasıflar.
Bir kurgu olarak var olan bu 'modern' insandan gayrı bir insan daha var:
Mekân ve zamanın farklılaştıramadığı ihtiyaçlarda buluşan, aşk ve ölüm gibi konularda benzeşen..." Prof. Mahmud Erol Kılıç son kitabında böyle söylüyor. Hayatın Satır Araları adlı buğusu üstündeki kitabının bir de alt başlığı var: Modern Zamanda Kendini Bulmak
***

Ünlü yazar, edebiyatçı, şair Hilmi Yavuz, kitabın sunuş yazısında Mahmud Erol Kılıç ile dostluğunu anlatırken, bu diyor "irfandan kök alan" bir dostluk. ve arkadaşlığını da. "Sırtımı dayayabileceğim taş gibi bir arkadaş" cümleleriyle ifade etmiş.
Sunuşun son cümlesinde Hilmi Yavuz, bu kitap diyor, hayatın satır araları olmaktan çıkmış hayatın kendisi olmuş..
***

Çoktandır bir kitap tanıtım yazısı yazmıyordum.
Son olarak ünlü İtalyan yazar Leo Buscaglia'yı "Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek" adlı eseriyle bu köşeye taşımış ve özellikle de öğretmenlere hararetle tavsiye etmiş, Milli Eğitim Bakanı'na da bir mesaj göndermiştim. Şimdi bakan değişti ve ben hâlâ ısrarlıyım, Sayın Bakan Nabi Avcı'nın bir tören sırasında camiaya bu kitabı tavsiye etmesini yararlı bulurum.
Yukarıda bahsi geçen Hayatın Satır Araları'nı da aynı şekilde bilhassa eğitim bilimiyle uğraşanlar ve tıp adamları için mutlaka tavsiye ediyorum.
***

"Bizim de yakından tanıdığımız, dostumuz, ahbabımız Erol hoca, tam adı ve unvanıyla Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, 'Kendini Bulmak' başlığıyla hemen ilk bölümde; kaybolan denge ve çağdaş insanı masaya yatırıyor.
İnsanın maddi - manevi olmak üzere yatay ve dikey iki tarihinin mevcut bulunduğunu, dikey yani 'enfüsi tarih'in insanın manevi tekâmülüne, yatay yani 'afaki tarih'in doğumdan ölüme vesikalık bir fotoğraf gösterdiğine işaret ederken insanın 'İÇ'ten eğitimini ele alıyor.
Modernizmin 'sahip olduğun kadar varsın' deyişiyle her şeye sahip olmaya çalışan insanın sonunda hayatın dışına itilişine dikkat çekiyor. Hayatın Satır Araları, sureti, sireti, aşkı, aileyi, vecdi, vücudu velhasıl insanın içine yolculuğunu esas alan ve önemseyenler için müthiş lezzetli bir kitap olmuş, Sufi Kitap'tan çıkmış, 168 sayfa, tam Ramazanlık… Bir değil 2 tane alın biri en sevdiğinize olsun, Hoca'nın ihtiyacı yok, ihtiyaç içinde olan bizleriz ama neye ihtiyacımız olduğunu bilmeyiz.

gazete

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramazanlar, özel zamanlar

Ahmet TEZCAN

Ramazanlar, özel zamanlar

11.7.2013

Derler ki; gün içinde sabah ve akşam vaktinin özel anlamı vardır.
Diyeceksiniz ki hangi sabah, hangi akşam? Saatin 10.00'u, sabah namazını eda edip işine başlamış marangoz ustası için çok geç..
Ama aynı saatte kepenk kaldırmakta olan esnaf da var.
Bizim söylediğimiz marangoz ustasının sabahı.
Günün ilk ışıklarının aydınlanmaya başladığı, "fecir vakti" dediğimiz günün en körpe anıdır.
Yüce Kudret'in bize en yakın olduğu anlar.
Akşam da öyle.
Akşamcının değil, solan ışıklarıyla günün tüm eşya ve manzarayla vedalaştığı andır.
Yani ne tam aydınlık ne de karanlık, alacakaranlık.
***
Hz. Mevlâna fecir vaktini insanın yaratılış anı olarak değerlendirir. Hamuru kırk gün yoğrulduktan sonra, Yaratıcımızın kendinden ruh üflediği bu varlık tüm varlıkların en şereflisidir. "OL" dedi mi olduran bir kudrete zorluk mu var, yok elbette. Ama Pîr-i Mevlâna hamurumuzun 40 gün yoğrulmasını ne zor bir varlık olduğumuza yormaktadır.
İnsanın dikkatini insana çekmektedir.
Aksi halde "eşref-i mahluk" nasıl olunur?
Şerefte melaikeden yüce, aksi halde hayvandan aşağılık bir varlık insan?!
Akşam vaktinin müstesna oluşu da; bir süreliğine bize lütfedilen dünya hayatının günün sonunda geri alınacağı, kıyametin akşam saatinde kopacağına bağlanmaktadır.
Neyse, çok derin meseleler bunlar ama düşünmeye değer.
***
"Cum'a" saati de saklanmış, seçilmiş, işaret edilmiş özel zamanlardır. Hele ayların sultanı Ramazan ise daha özel.. İyi değerlendirilmesi gerekir. "Nasıl yani?" demeden, milletvekilinden, genel müdürden, rektörden beklenen o anda O'ndan istenmelidir. Bakarsın "eşref saati"dir, anında kabul görür ve hülyalar gerçek olur. Yalnız ne istendiği iyi bilinmeli, 'EGO'yu tatmin için bir şey istememeli 'hayırlısı' denmeli. "On bir ayın sultanı" Ramazan'ın her günü müstesnadır.. Bilen, inanan için kutlu anlardır. Uydurulmuş, gereksiz anlam yüklenmiş sıradan günler asla değildir.
Kitapların anası Kur'an-Kerîm'in, böyle anlara, "zaman içinde zaman, mekân içinde mekan"lara bizzat dikkat çektiğini görüyoruz.
Yüce Yaratıcı'nın hem insana hem "o an"a iltifatıdır.
Nasıl ki Kabe, "Nazargâh-ı İlahi" olmuş Allah'ın nazar ettiği mekân olarak "mübarek belde" unvanını kazanmış..
Öyle olmasa Hz. Adem'den bu yana insanlar o mekânın etrafında dönüp dururlar mı?!
İçinde putlar varken de Kâbe tavaf edilmiş.
Tavafın çırılçıplak, alkış ve ıslıklarla yapıldığı zamanlar olmuş. (Cenaze alkışlama o günlerden kalma) İHRAM, yani "içinde hiç günah işlenmemiş giysiler" sonradan adet olmuş.
İnsan işte, çözülmesi zor. Bir o yana bir bu yana savrulmuş durmuşuz.

gazete

4 Temmuz 2013 Perşembe

Şehir ve sembol

Ahmet TEZCAN

Şehir ve sembol

4.7.2013

Gezi olaylarında Ankara en sarsıcı anları yaşadı. Belediye hala o kalkışmanın şehirdeki izlerini silmeye çalışıyor.
Neyse bizim üzerinde durduğumuz o değil. İnsanlar, yaşadıkları şehirleri bir şeylere benzetmekten hoşlanıyorlar.
Biz de yıllardır Ankara'nın sembolü keçi mi olsun, Hitit Kurs'u ya da Atakule, yok yok Ankara Kalesi en iyisi filan diye tartışır dururuz.
Hatta bir ara kavga sebebi bile oldu. Atakule'li- minareli tabelaları kırdılar sokaklardaki flamaları yırttılar.
Gezi olayları sırasında da o semboller özellikle hedef alınmış.
Kırdılar, döktüler gittiler. İyi halt ettiler diyesi geliyor insanın.
***
Yalnız herkes bizim gibi bu tartışmaları "ideolojik kavga" haline getirmiyor, hayatı renkli kılmayı arzu ediyor, anlamlandırmak istiyorlar.
Mesela İspanya'nın "boğa" sına inat Barselona'nın simgesi "eşek" miş. Barselona'yı gezen turistler; "Neden eşek?" diye sorunca bölge halkı Katalanlar, hemen "Bütün ülkenin yükünü biz çekiyoruz da ondan" diyorlarmış.
Gerçekten bizim şehirler içinde böyle simgesel çekişmeler var mıdır bilmem, ancak hangi şehir neyle simgelendirilir karar vermek için oranın tarihine, geleneğine bakmak lazım. Önceliklerini ve özelliklerini iyi tanımak gerekiyor.
***
Siz ne tasarlarsanız tasarlayın günümüzde yönetici ve yatırımcı kriterleri, şehirlerde aradığımız estetiğe her zaman bir engel oluşturabilmektedir.
Başkentin deniz özlemini gideren Gençlik Parkı'nı, şehrin betonlaşmasını, yanlış yapılanma ve yanlış aydınlatmayı yazacaktım, söz başka yöne aktı. Sökülen kaldırımların döşenmesini yakılan tahrip edilen toplu taşıma araçlarının yerine yenilerinin konulmasını trafik lambalarının tamirini bekliyoruz.
Biz de Melih Gökçek'in kulaklarını çınlatıyoruz.
Bunlar vatandaşın lafı.
Şehir şehir olmaktan çıkar, şehir insanı gerçekten ŞEHİRLİ gibi davranmadıktan sonra simgesinin ne bir anlamı olur mu?
Estetikten artık vazgeçtik, şehirde yaşamanın bunaltıcılığını her gün hep beraber yaşıyoruz.
Ramazan geliyor, belki bir sükûnet bulabiliriz. Ne de olsa seçilmiş, içine "eşref saati" saklanmış özel zamanlardır, yararlanmayı bilirsek.
Hepinizin Ramazanını kutluyor hayırlar diliyorum.

gazete