30 Mayıs 2013 Perşembe

Spor sahasında alkol!..

Ahmet TEZCAN

Spor sahasında alkol!..

30.5.2013

Son günlerin en ateşli tartışması ALKOL üzerine, tartışma sertleşerek sürüyor. Hatta konu hızla siyasileşme yolunda… Kimi "gençleri koruma", kimi "yaşam dayatması" olarak değerlendiriyor Meclis'teki düzenlemeyi… Bunun neresinde yer alacağız? Herkes istediği içkiyi, istediği zaman, istediği yerden, istediği kadar elde edebilsin mi?
Yoksa buna bir sınırlama mı getirilsin?
İşin ucunu bıraktığınız zaman alkolizmin de yapı taşlarını döşemiş olursunuz.
***
Yeri gelmişken bir olayı hatırlatmak istiyorum.
Birkaç ay önceydi, İstanbul'da bir alışveriş merkezinde, alkollü içki üreten bir firmanın tanıtım etkinliğinde 8-9 yaşındaki çocuklara içki ikram(!) edilmiş, ilköğretim çağındaki çocukların içki yudumlamaları kameralara da yansımıştı.
O zaman gazeteler; "Böyle rezalet görülmedi" diyerek olayı duyurmuştu doğal olarak.
Şimdi Meclis'in düzenlemesi neden "özgülüğe müdahale" oluyor?
Neden "kendi hayatlarını bize dayatıyorlar" eleştirisi yapılıyor anlamak gerçekten güç.
***
"İktidar yandaşı" diye yaftalanan bir muhafazakar gazetede köşe tutmuş yazar bile "ahlakı devlet üretmez" diyerek düzenlemeye bir ucundan muhalefet ediyor. Peki, devletin üretmediği ahlak hangi yollarla tüketilmektedir canım? Yanıt alabilir miyim?!.. Bizim spor kulüplerimizde bile alkol serbest, örnek mi istiyorsun?
1700 üyeli Ankara Tenis Kulübü… 19 Mayıs'ın içinde, Başkent seçkinlerinin her gün stres attıkları bir mekan.
Viskiden biraya ne istersen var, üstelik T. Tenis Federasyonu Başkanı da haberdar! (Başbakan Erdoğan'ın veya Bakan Binali Yıldırım'ın haberi var mı bilmiyorum) Spor ortamında, çocukların gözü önünde alkol tüketilen bir Batı ülkesi gösterin bana?! Şimdi ben yasakçı mı oldum?


gazete

23 Mayıs 2013 Perşembe

İyiliğin kaybı olmaz

Ahmet TEZCAN

İyiliğin kaybı olmaz

23.5.2013

Ömer Hayyam'ın suçsuz günahsız, çok hoş dizeleri de var, şöyle diyor bunlardan birinde: "Her sabah yeni bir gün doğarken bir gün eksilir ömürden / Her şafak bir hırsız gibidir elinde bir fenerle gelen" Rubailerinde hayata dair çok şeyler söylüyor ünlü filozof.. Biz de bir şeyin çok önemli olduğunu anlatmaya çalışırken; "hayatî önemde" deriz en yüksek perdeden ve bağlarız. İnsanın hayatla olan bağı çok güçlüdür, güçlü olmalıdır. Yalnız bizim için değil, ailemiz, sevdiklerimiz için önemlidir. Bütün olumsuzluklar hayatla olan bağımız zayıflamaya başlayınca ortaya çıkar. İşte o zaman yıkılırız, kaybetmeye başlarız. İntiharlar, cinayetler o zaman ortaya çıkar. Toplumda en tehlikeli olanlar, hayatla bağını koparmış, kaybedecek bir şeyi kalmamış kişiliklerdir. Hayatla bağını koparanın ruhu hasta olmuştur. Gözü bir şey görmez. Onun için etrafımıza, birbirimizi zemmetmek yerine varlığının ne kadar önemli olduğunu hissettirmek gerekir. Olumsuzluklardan, farklılıklardan bahsettiğimiz kadar iyilik ve güzelliklerimizi bulmak için enerji harcamış olsak hayatın rengini değiştiririz. İlişkilerimizi güçlendirir, sevgimizi artırırız. Bu davranış, hayatı kolaylaştırmanın, güzelleştirmenin en kestirme yoludur. Dinler ve çeşitli kültürler de taa başından beri insanlara temelde bunu vazeder. İnsanlara iyiliği, güzelliği bulmanın yollarını gösterir.

***
Şimdi nereden çıktı bunlar demeyin, bakın size bir hikâyem var. Ölmek üzere olan yaşlı bir babanın yatağının başındaki üç oğluna vasiyetidir. "Birbirinize düşmeyin" der yaşlı baba, sahibi olduğu 17 devenin yarısını büyük oğluna, üçte birini ortancaya, dokuzda birini de küçük oğluna bırakır. Babalarının ölümünden sonra vasiyete göre 17 deveyi paylaşmak isteyen üç oğul, bir türlü işin içinden çıkamaz. Çünkü 17 ne ikiye, ne üçe, ne dokuza bölünebilmektedir. Köyün bir bilge kişisi vardır, ona sorarlar. Cevap gayet kısa ve nettir: "Benim de bir devem var, onu da alın hesabınızı yeniden yapın." Cömertliğe şaşıran kardeşler memnundur. Böylece sayısı 18'e çıkan develerin paylaşımı da kolaylaşır. Yarısını, yani 9'u büyük oğul, üçte biri yani 6'sını ortanca oğul alır dokuzda biri olan 2 deve de küçük oğula kalır. Miras paylaşılmıştır ama yine bir sorun vardır; 9+6+2=17 olan hesaba göre bir deve artar. Bilge kişinin kapısını yine çalıp durumu anlatırlar. Yaşlı adam güler ve der ki; "Madem mirası paylaştınız ben de devemi geri alabilirim artık." İnsanların hayatla bağını güçlendireceğimiz bir çift söz, çoğu kez yaşlı bilge kişinin "katkısı" gibidir. İnanın bizim hiçbir kaybımız olmaz.

gazete

16 Mayıs 2013 Perşembe

Oda ve borsalarda değişim

Ahmet TEZCAN

Oda ve borsalarda değişim

16.5.2013

Odalar ve borsalarda müthiş seçim heyecanı yaşanıyor. 'Değişim, dönüşüm' en çok prim yapan slogan… Hangi ilde ne oldu hepsini bilemiyorum ama kaç yıllık yerleşik yapıların gümbür gümbür devrildiklerini biliyorum.
Mesela Rona Yırcalı, son zamana kadar adı DEİK ile birlikte geçiyordu.
Açık yazılışıyla Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu… "Türk özel sektörünün küresel gücü" olarak adlandırılır. DEİK, TOBB'a bağlı olarak çalışır. Rona Bey de icra kurulu başkanıydı yakın zamana kadar.
O görevi devam ediyor mu bilmiyorum?!.. Yırcalı, kendi memleketi olan Balıkesir'de de 37 yıldır Sanayi Odası'nın yönetimindeydi.
Değişim dönüşüm isteyen yarı yaştaki gençler, geldiler yerleşik yapıyı yıkıp geçtiler.
Ticaret Odası'nda da gençler yönetimi aldı, hiç kimse tahmin etmiyordu. Rona Bey'in yıkılışı Roma'nın yıkılışıyla kafiyelendirilerek söyleniyor Balıkesir'de… Yalnız Balıkesir'de mi, birçok ilde 30-40 yıllık yapılar bir bir yıkılıyor.
Kabinenin tek hanım bakanı olan Fatma Şahin'den de dinledim, genç işadamları alttan fırtına gibi geliyorlar.
Bu sefer olmadıysa bir dahaki sefere oda ve borsa gibi meslek örgütlerinin tamamı değişir gibi geliyor bana.
Bu ne demek biliyor musunuz? Demirel Türkiye'sinden kalan yapılara artık kimsenin tahammülünün kalmadığını gösteriyor. TESK de dahildir buna.
Benim derdim değil buralarda kimlerin görev yaptığı… Ancak TOBB'da eskimiş olan bir yapı ve o yapının kabul edemediğim uygulamaları var.
En basitinden mesela; bunlar aynı zamanda bir sivil toplum örgütüyseler neden TOBB'un TESK'in araçları resmi plakalıdır bir türlü anlayamıyorum.
Aidatların icra yoluyla tahsili de garip!..
Bu kuruluşlara üyeliğin gönüllülük esasına dayalı olması gerekiyor.
Milletvekilleri kendileriyle ilgili bir yasa çıkarmaya kalkıştı da yer yerinden oynadı.
Resmiyetle ne alâka?
Eskiden patronaj devletteydi şimdi patron millet!..
Devletçi yapılar değişmek zorunda, ben bunu bilir bunu söylerim. Ankara'ya sonra geleceğiz.

gazete

9 Mayıs 2013 Perşembe

Köklü gelenek ve Anayasa

Ahmet TEZCAN

Köklü gelenek ve Anayasa

9.5.2013

Türkler tarih sahnesinde 3000 yıldır var. Kurdukları devletlerin sayısı Cumhurbaşkanlığı forsundaki gibi 16 da değil. Sayısı 112'yi, kimi kaynaklara göre de 180'i buluyor kurduğumuz devlet sayısı. İlk büyük Türk devleti Hun İmparatorluğu... Japon denizinden Hazar'a kadar olan coğrafyada 436 yıl hükümran olmuş Hunlar. Son Türk Devleti Türkiye Cumhuriyeti'nin içinden çıktığı Osmanlı... 641 yıl üç kıtada cihan hakimiyet kurmuş, 36 hükümdar gelmiş geçmiş.
Asırlar içinde çok köklü devlet gelenekleri oluştuğunu görüyoruz. Hakan nasıl değişir, sadrazam, vezir nasıl değiştirilir?
Hepsinin seçimi de, protokolü de belliymiş.
Devlet olarak böyle derin gelenekleri olan bir yapıdan söz ediyoruz, isterseniz bir göz atalım.
Osmanlı'da "cuma selamlığı", "cülus merasimi" ya da "kılıç alayı" gibi törenler tarihçiler tarafından "dünyanın en muhteşem protokolü" olarak niteleniyor. Padişahların Eyüp Sultan'da kılıç kuşanmaları adettendir mesela... Arz odasında cülus tebrikleri kabul ederken, padişah için bütün camilerde hutbe okunurdu.
Saray kapısı babüssaade önünde "devletinle bin yaşa" ya da "mağrur olma padişahım" diye hakanın yüzüne karşı bağırılır, törenden sonra da "münadiler" durumu şehre ilan ederler, donanma da top atarak selamlardı. (21 parelik atış geleneği o günlerden kalmadır.) Cülûs merasimi, hünkarın Yeniçeriler'e tahta çıkarken verdiği bahşişin töreniydi, bugünkü maaş zammı gibi bir şey.. Kılıç Alayı, devlet erkânı ile birlikte Hakanın kılıç kuşanmak üzere, Topkapı Sarayı'ndan yola çıkarak Eyüp'e gidip dönmesi merasimi... Deniz yoluyla gidilir, karadan dönülürmüş. Darüssaade, babüssaade ağaları, silahdarlar, rikabdar ağalar protokolün çok önemli elemanları ve bu protokol asırlarca sürmüş.
***

Şimdi bütün bunlar yalnızca "hükümdarın şanından ileri gelen gelenekler" olmasa gerek! Medeniyet kurmuş köklü devlet geleneği olan, milletler ancak böylesine protokol oluşturabilirler.
Askerlerin emir-komuta zincirinde yaptırdığı bir anayasayı değiştirmek için yıllardır herkes mutabık. Ama ne gariptir ki "Hadi buyurun" denince herkes bir yandan çekiştiriyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek ortak bir metin üzerinde anlaşma sağlanması için bir o partiye bir bu partiye mekik dokuyor.
Öyle an geliyor ki 'imparatorluklar kuran o iradeden bu kadar mı koptuk!' diyesi geliyor insanın?!..
Neyle, kimle, nasıl yönetileceksek 'bitirin gari' şu işi..

gazete

2 Mayıs 2013 Perşembe

1 Mayıs kan davası..

Ahmet TEZCAN

1 Mayıs kan davası..

02.05.2013
Ankara'da Tandoğan Meydanı ve Sıhhiye'de 1 Mayıs, EMEK VE DAYANIŞMA adına şenlik havasında kutlandı.
Herkes sloganını attı ideolojisine uygun biçimde, muhalefetini yaptı, kurtlarını döktü.. 1 Mayısçılar böylelikle baharın güneşinden de doyasıya yararlanmış oldular.
Yarasın, kutlu olsun… Yalnız Ankara mı? 80 vilayette, günün adına yakışır biçimde aynı şekilde kutlandığını biliyoruz.
Bir etkinliğe katılmamış olsalar bile; Kars'ta, G. Antep'te, Kastamonu'da, Antalya'da, Uşak'ta ve diğer illerimizde emekçi, işçi ve tüm çalışanların yanı sıra vatandaşlarımızın dünü dinlenerek, gezerek, çocuklarıyla pikniğe giderek değerlendirmiş olduklarını düşünüyorum.
***

Yalnızca İstanbul hariç… 1 Mayıs'ı, emeğin, dayanışmanın bayramını İstanbul'da vatandaşa zehir ettiler. Çalışan, çalışmayan tüm İstanbul halkı evlerinde ya kapandı kaldı… Yahut dışarı çıkan, çıkmak zorunda olan oğlunu kızını endişe içinde beklemek zorunda kaldı. Demir bilyelerle, taşlarla, gaz bombalarıyla, kırarak dökerek… 1 Mayıs'ı çatışarak, savaşarak kutlamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Biliyorum, 1 Mayıs sizin için ne emeğin ne dayanışmanın günü...
Sizin için 1 Mayıs… Bir KAN DAVASI günüdür o kadar!..
***

77'deki kanlı katliamı unutalım, üstünü örtelim demiyorum. Taksim'deki o olay da tıpkı K.
Maraş gibi, Madımak ve Başbağlar gibi… Bu memleketin aydın insanlarının suikastlarla bir bir ortadan kaldırılması gibi… 27 Mayıs'tan 27 Nisan'a kadar tüm ihtilalleri, idamları, darbe teşebbüslerini de tezghlayan… Ucu dışarıda, işbirlikçileri içeride karanlık bir odağın işidir. Ve maalesef bu kanlı tezgaha, siyasetten çalışma hayatına, medyadan güvenlik birimlerine kadar alet olmuş olanlar vardır. Elbette ve inşallah bir gün ortaya çıkarılacaklarına yürekten inanıyorum. Ben bunu bilir bunu söylerim.
Yarım asırdır bu millet ağız tadıyla bir bahar bayramı kutlayamadı gitti… Alakasız anlamlar yükleyip Nevruz'dan Hıdırellez'e bütün baharlarımızı kaybettik.


gazete