Eskiden kocaman evlerde neneyle dedeyle kocaman hayatlar yaşanırdı. Evlerimiz kocaman ve müstakildi ama hayatların tam da öyle olduğu söylenemezdi.
Aile büyüklerinin belirlediği yerleşik alışkanlıkların yaşananlar üzerinde etkisi vardı ve önemliydi.
Devletin yaşlı nüfusa teşvik paketi hazırlaması boşuna değil.
Yaşlı nüfus sosyal ortama çekilmeye ve aile bağları güçlendirilmeye çalışılıyor.
Böylelikle dedeler ve nineler daha aktif hale gelecek. Gençlerin onlara nereye kadar tahammül edecekleri hesapta yok! Onlara da belki
"tahammül primi" öngörülüyordur kim bilir?
***
Lafı
Kurban Bayramı'na getireceğim de dolaştırıp duruyorum. Şimdi kurbanlık hayvanı görmeden, ona dokunmadan sipariş üzerine bir bakıma
"tele-bayram" ediliyor da ona yanıyorum. Bir telefon, bedeli bankaya yatıyor kendimizi de tatile atıyoruz.
Ne kurban var ne fakir! Kurban ve
Bayram üzerine asırlar içinde oluşan ve yaşanan gelenekler de böylece tarih oluyor. Aslında güne zamana kurban bizzat kendimiziz.
Dolayısıyla günümüzün nesli,
hayatı tatbiki olarak öğrenmekten uzak kalıyor. Ters gibi görünüyor ama kurbanlık hayvanı görmek sevmek, ona şefkatle muamele edip okşamak, suyu, yemi ile uğraşmak
başlı başına bir terapi. Bundan yoksun kalınca insanlar
sokakta kedi köpek arıyor, beslemek sahiplenmek adına.. Onların aç susuz kalmamaları için hayvan barınakları açılıyor, kavgalar veriliyor,
kampanyalar düzenleniyor. Neden? Çünkü insanın kendinden başka diğer canlılarla teması, onlarla uğraşması bir
ihtiyaç ve hayatın gereği. Kurbanın etini kanını göreceksin,
dokunacaksın, can verirken çırpınıp seğrilmesini hissedeceksin.
Hissedeceksin ki hayatın içinde en ufak bir tartışmada insan canına kıymayasın. Maç uğruna adam bıçaklayıp palayla dolaşmayasın..
Düğünde dernekte tabancayla tüfekle magandalaşıp masum hayatları söndürmeyesin.
Testereyle adam doğramayasın.
Yalnız bu mu? Hayvanın neresinden ne elde edildiğini, temel bir besin maddesi olan etin, sakadatın ne olduğu, dolayısıyla ne yediğini, neresinden yediğini ve nasıl beslendiğini gazeteden öğrenmeyeceksin.
Hayat böyle dinle, inançla, örf ve ananelerle kendi içinden öğreniliyor. Büyükleri saymayı küçükleri sevmeyi
"AND" la değil, böyle günlerde göstereceksin.
Sabah erkenden uyanıp işe koyulmanın
sağlığı, dinçliği, kazancı nasıl öğrenilecek?! Gençler baklava, börek, sarma dolma türünden yemekler yapmayı,
"fast-food" la beslenmemeyi, evliliğe hazırlanmayı, olgunluğu, sorumluluğu,
tahammül etmeyi, hayatı birbirine dar etmemeyi, dolayısıyla bir yılı bile doldurmadan bazen
6 aylık bir çocukla boşanmamayı nereden bilecekler,
nasıl öğrenecekler? Erkekler, kadınlar torunlar dahil çocuklar tüm aile bireyleri, halalar dayılar tüm toplum; kurbandı,
bayramdı, sünnet, düğün asırlardır birbirleriyle yaşamayı, dayanışmayı,
izzet ve ikramı nasıl yaşattılar,
nasıl öğrendiler, büyük büyük devletler kurup yönettiler?
***
İşte, bayram da bitiyor tatil de.. Haftaya hacılar dönüyor,
annemiz babamız akrabalarımız..
Kasım'ın dördü hicri yılbaşı,
Muharrem ayı giriyor,
aşûreler kaynayacak oruçlar tutulacak, toplumun harcı olan gelenekler yaşanacak yaşatılacak alevisi sünnisi
Kürdü, Türkü, Müslim gayrımüslimiyle.. Arefeden bir gün önce bir düğündeydim.
Her kesimden insanlar vardı. Düğün ortamı işte malum..
Çiftetelli'den halaya,
roman havasından Kafkas danslarına kadar ne varsa ud, saz, davul, zurna, tulum, akordeon eşliğinde çalındı, söylendi, oynandı. Bir
Meksika şarkısı olan
"Besame mucho" dahil her havaya insanlar uydu. Sonunda
"Ankara'nın bağları"yla işi bağladık.
Demem o ki insanlar kafası ve gönlü ile birbirinin havasına ayak uyduruyorsa hayatına da uyar uydurur ve asla yadırganmaz. Bu toprakların çocukları ayırarak,
ayrıştırarak, bölerek değil,
birleştirip bütünleşerek ve
büyüterek imparatorluklar kurdular ve asırlarca hükmettiler.
Hz. Mevlâna,
Bir ip iğneye kolay geçer diyor, iki ipi iğneye geçirmek için bükmek bükülmek gerektiğini söylüyor.