26 Aralık 2012 Çarşamba

93 yıl önce bugün


93 yıl önce bugün

26.12.2012
Ahmet Tezcan
İşte 2012’yi geride bırakırken Sabah Ankara’da da 7 nci yılımızı doldurmuş bulunuyoruz.
Hiç kopamadığımız gazetecilik hayatımızın 30 ncu yılında bu köşede yazmaya başlamıştık. Başlangıçta Pazar hariç tüm günlerdi ama takdir edersiniz bu kolay değil. Sebatla devam ediyoruz ama artık haftada bir kez Perşembe günleri kent yazılarıyla burada buluşmaya gayret ediyoruz.  
****
Ankara’nın tarihi, coğrafyası, siyasi ve sosyal hayatını önceleyerek, 5 Ocak 2006’dan bu yana kent hayatı içinde gününe ve gündemine uygun olarak değinmediğimiz konu olmamıştır.
Sabah Ankara Başkent’e göz kulak olma iddiasıyla yola çıkarken biz de yazılarımızda aynı hedefi gözetmeye özen gösterdik.
Yüreğimizde hissetmediğimiz hiçbir yazımızı sütunlara taşımadık. Hep yapıcı yönüyle olaylara baktık ve asla yıkıcı olmadık.
****
Üç bin yıldır var olan ama adı Cumhuriyetle birlikte öne çıkan Ankara Türk tarihinde çok önemli bir yer işgal etmektedir, bizim için önemlidir. Biz onun “Ankara”  adını da Asya’dan getirdik. Bunun için de Gazi Mustafa Kemal’e teşekkür borçluyuz. Onun her bakımdan Ankara’ya büyük emeği var.
Ve bugünün tarihi de bu bakımdan çok önemli.
Atatürk 93 yıl önce bugün, 27 Aralık’ta Ankara’ya gelerek Milli Mücadele meşalesini burada tutuşturdu. O nedenle bugün şehirde seğmen kutlamaları var.    
Ben de yılın bu son yazısında büyük milletimize ve Başkent olarak Ankara’ya nice yıllar uzun ömürler diliyorum.     

19 Aralık 2012 Çarşamba

Nice Yıllara

Ahmet TEZCAN

Nice Yıllara

20.12.2012

Ahmet Tezcan/ Gel de yazma 'Ankara sağlığın da başkenti' diye yazmıştık geçen hafta. Hemen yansımaları oldu. Uzman doktor Abdullah Ahmet kendi alanında çığır açmış bir tıp adamı. Yazımda "Doktorların niçin tartaklandıklarını anladım" dediğime alınmış, diyor ki; "Randevusu 5 dakika sarkan hasta veya hasta yakınının hiç tahammülü yok.
Ola ki ameliyat uzuyor, tam zamanında yetişememiş oluyor, randevuya gecikiyoruz.
Hemen saati göstererek çıkışıyorlar, ağzını bozan da oluyor.
Bizim şartlarımızı da anlamak lazım, esasen bu anlayışın karşılıklı olması lazım."
Kent gazetesi olunca söylediğiniz sözün Ankara'da kalacağını düşünmeyin, ulaşması gereken yere ulaşıyor.
Konya Selçuklu Tıp Fakültesi Hastanesi
'nden de aradılar. Hastanedeki bazı sorumsuzluklara ışık tutmuştuk. Basın danışmanı Özlem hanım aradı, çok üzüldüklerini söyledi. "Her an hastalarımızla birlikteyiz.
Ama bazen istenmeyen durumlar da oluyor maalesef" diyerek, sorumlular hakkında gerekenin yapılacağını kaydetti.
***

İşte, biz de her an böyle kentle, başkentle birlikte yaşıyoruz. Olumlu olumsuz karşılaştığımız olayları sütuna aktarıyoruz.
Dile kolay tam 8 yıl olmuş. Doğum günü dolayısıyla SABAH Ankara'nın aile yemeğine bizi de davet ettiler. Bir akşam yemeğinde, büyük küçük tüm çalışanlarla yüz yüze gelme fırsatı oldu. Çok mutlu olduk. Osman Altınışık bayrağı devraldı, başarıyla götürüyor. Ankara'nın 24 saatini izliyor, dinliyor. "Biz Ankara'yı akşam saat 09.00 oldu mu vurup kafayı yatıyor, sanıyorduk" lafı vaktiyle bir devlet büyüğüne aitti. SABAH Ankara onun öyle olmadığını, Ankara'da 24 saat dolu dolu yaşandığını Başkent halkına gösterdi.
5 Ocak 2006'daki yazımıza böyle diyerek başlamışız. Başkent'in gecesi bir alem gündüzü bir alemmiş meğer, bunu SABAH Ankara ile öğrendik demişiz.
***

SABAH Ankara yani "Kent gazetesi" anlamında öncü olmuştur. 16 Aralık 2005'te ilk sayısını okuyucuya sundu, 5 Ocak 2006'dan itibaren sağ olsunlar bize de yer açtılar. O günden bu yana Ankara'ya ve dünyaya bu köşeden bakmaya devam ediyoruz. "Gel de yazma" başlığı SABAH'ın o günkü temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş'ın dedesi Sıraç Aydıntaşbaş'a aitti. Sıraç Hoca 70'li yıllarda benim yönettiğim yerel gazetede bu başlıkla yazardı. Ben de ödünç aldım. SABAH Ankara'ya "Nice yıllara" diyorum.

gazete

12 Aralık 2012 Çarşamba

Sağlığın da başkentiyiz

Ahmet TEZCAN

Sağlığın da başkentiyiz

13.12.2012

Ankara'nın sağlık merkezi haline getirilmesi öngörülüyordu, ne aşamada bilmiyorum ama bunun çalışmaları sürüyor.
Ankara'nın SAĞLIĞIN DA BAŞKENTİ olması çok önemli, gerçekleşeceğine olan umudum ise çok yüksek. Zaten böyle bir şey çok gerekli, yalnız Ankara için değil, Türkiye için çok gerekli...
Çok uzak değil üç yıl sonra bu proje gerçekleştiğinde siz bakın o zaman; Avrupa'dan bile hasta akacak. Eskiden apandist için bile yurt dışına giderken işler tersine dönecek ve herkes Türkiye'ye gelecek.

***
2013 yılı bütçesi Meclis'te müzakere aşamasında, en büyük pay savunmadan da önce yine eğitim ve sağlığa ayrıldı.
Yani kuvvetli bir irade var, para da var, geriye bir tek insan unsuru(!) kalıyor. Bunun önüne bir ünlem işareti koyduk, devam edelim.
İsterseniz önce projeyi kısaca hatırlayalım...
Bildiğiniz üzere Etlik'te koca bir SAĞLIK YERLEŞKESİ inşa edilecek. (Batılılar 'kampüs' diyor, bizimkiler 'yerleşke' yi uygun bulmuşlar. (Han, hamam, kütüphane, mabet, aşevi ve şifahanesiyle böylesi tam tekmil yapılara eskiden KÜLLİYE denirdi.) Bilkent'te de bundan bir tane olacak. (Başbakan Erdoğan 25 ilde bu hastanelerden kurulacağını söylüyor.) Ankara Etlik ve Bilkent'teki ŞEHİR HASTANELERİ tam donanımlı olacak. Yani sağlık alanında akla gelebilecek her imkan, en son teknolojisiyle kurulacak. Hava ambulansları ve uydu bağlantılarıyla sağlık konusunda yok yok olacak anlayacağınız.
Başbakan Erdoğan bu sağlık konusunda çok hassas, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın da bu işleri sabırla, ısrarla ve inatla takip ettiğini biliyorum. Zaten öyle olmasaydı muvafığı muarızı; Yani bu hükümete destek veren yahut karşısında olan herkes sağlık konusunda iktidara hakkını teslim etmezdi. Kiminle konuştuysam el Hak bunu böyle söylüyor.
***
Ancak...
Şimdi geldik zurnanın o sesi çıkardığı yere. İNSAN UNSURU dedik ve bir ünlem koyduk ya, o noktada bu ülkenin sıkıntısı var. Bunu söylerken sağlık alanında çalışan insanların becerisini kastetmiyorum. Validenin hastalığı dolayısıyla uzun bir süredir cebelleştiğimden bazı şeyleri daha iyi anladım. Mesela hastanelerde son zamanlarda sıkça karşılaşılan tartaklama olaylarının asla tek taraflı değerlendirilmemesi gerekiyor.
Ve tıp fakülteleri...
Sanırım büyük kısmı bu konuda en başta sınıfta kalır. Konya Selçuk Tıp'ta hasta inlerken serviste youtube'dan şarkı indirenleri gördüm. Dekanın, rektörün hastaneyle, hastayla hiç alakası yok, başhekim de adamına göre...
Velhasıl buralarda tebabetten önce insanlık dersine zorunlu olarak ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor. Eflatun'un dediği gibi hastanın bedenini iyileştirmekle tedavi tamamlanmış olmuyor. Büyük sağlık projelerine girişirken bu hususa çok dikkat etmek gerekiyor.


gazete

5 Aralık 2012 Çarşamba

Mesnevi iklimi

Mesnevi iklimi

Ahmet Tezcan/ Gel de yazma
Ankara 5 milyonluk bir kent, hızlı tren bağlantılarıyla Başkentten çevresine,
çevreden başkente akış o ölçekte hızlandı. Konya ve Eskişehir bağlantılarına
yakın gelecekte İzmir’in, İstanbul’un, Sivas’ın dahil olmasıyla gün içindeki trafiğin
nasıl gelişeceğini ömrümüz olursa göreceğiz.
Türklerin son başkentinden ilk başkentine uzanacağım bugün.
Mevsim ne olursa olsun Aralık ayında Konya’da Mevlâna iklimi hüküm
sürer. Kendini o iklimin içinde bulmak isteyenler bugünlerde sevimli bir telaş
içindeler. Şeb-i Arus’a kadar hızlı tren ve otobüsler son başkentten ilk başkente
Mevlâna Muhibleri’ni taşıyacak.
Hz. Mevlâna, yeryüzünde vefatı kutlanan tek insandır, bunu da kendisi
istemiş, ölüm gününü “düğün günü”  ilan etmiştir. Ölüm, sevgiliye kavuşmanın
ilk eşiğidir onun için.

****

Geçenlerde internete düşen bir haber beni çok düşündürdü. Deniyor ki
bundan böyle Şeb-i Arus törenleri İstanbul’da da kutlanacak. Gönül ister ki her
yerde kutlansın ama Mevleviliğin asitanesi Konya’da layıkıyla olsun.
Hz Pîr’in babası, Âlimler Sultanı Muhammed Bahaddin Veled, “Beldelerin
Anası” Belh şehrinden kalkıp 15 vilayet dolaştıktan sonra Konya’yı bulmuştu. Bu
uzun göçün sebebi Moğol istilası ve Harzemşah’tan gönlünün incinmesiydi.
Şeb-i Arus’un İstanbul’a taşınacağı haberi bu yüzden beni düşündürdü; yoksa
dedim ahfadını da biz incitmiş olmayalım?
****

Pazarlama ve seyahat malzemesi olarak yıllarca kullanıldıktan sonra
halıcıların, kilimcilerin elinden kurtarılan Mevlâna İhtifalleri, son yıllarda tasavvuf
konserine, protokol konuşmalarıyla Şebi Arus da siyaset meydanına dönüştü.
Çünkü Mevleviliğin Asitanesinde bu mesele memurlara kalınca, halk da uzaklaştı.
Bu gidişle Mevlâna muhibleri Konya’da Mesnevi iklimini zor bulacaklar.
Nasıl bulsunlar?
Vitrinlerdeki Çin malı müzikli semazenlerde bile artık ney sesinin yerini
“Haniya da benim elli dirhem pırasam” havası almış. Bunu ben gördüm ama
belediyeler görmüyor, çünkü başkanlar afişlerden, bilbordlardan aşağı inmiyor.
Kim bilir diyorum belki de gücenikliğe bunlar yol açmış olabilir? Biz de bu
vesileyle Ahmet Davutoğlu hocama bunu böylece iletmiş olalım. Onun her işi
bırakıp bu işlerle uğraşmasını beklemiyoruz ama bilmesinde fayda var. Ayrıca
sözü ve değerlendirmeleri de benim için büyük önem taşır.
Üzerimize düşeni yapmazsak “elli dirhem pırasam” havasının “Üç mum
yakıp Konyalıyı arasam..” şeklindeki devamını Merhum Karakoç’un “ha
Hasan’a ha sana” deyişiyle bize hatırlatırlar unutmayalım.