28 Kasım 2012 Çarşamba

Kızartma yağları ne oluyor?

Kızartma yağları ne oluyor?
Ahmet Tezcan/Gel de yazma

Her daim kızartma mevsimidir bizim memleket, patatesten karnabahara biberden balık çeşitlerine kadar mutfaklarımızda kızartmamız hiç eksik olmaz.
Zaten Türk mutfağında ‘kızartmalar’ başlığı altında sıralanan yemekler çok önemli yekûn tutmaktadır. Hele şimdi tam balık mevsimi, özellikle hafta sonlarında başkentte hamsi tava yapılmayan ev yok gibidir.
Hangi çocuk patates kızartmasından vazgeçebilir? Bunu bildikleri için mısıra, patatese dayalı ‘cips’ sektörü belli tekeller elinde dünyada trilyonluk ciro yapıyor.
****
Lafı fazla dolandırmadan konuyu kızartma yağına getirmek istiyorum.
Bir litre kullanılmış bitkisel yağın 1 milyon litre suyu kirlettiğini biliyor muydunuz? Mutfakta kullanılan yağlar bir veya iki kullanımdan sonra lavaboya boşaltılıyor. Bu yağların bir bidona toplanıp değerlendirildiği hiçbir eve ben şahsen rastlamadım.
Adı üstünde ATIK, kullanılıp atılıyor. Bizde çevre bilinci fazla gelişmiş olmadığından bu gibi meselelere kafa yormuyoruz.   
Avrupa’daki gibi BİYOYAKIT üretimi de fazla gelişmiş değil bu yüzden yağların çoğu ziyan oluyor. Oysa bu konu zararı ve zayiatı yönüyle çok ciddi.   
****
Mustafa Ezici bu atıkların değerlenmesi için çaba sarfeden birkaç kişiden biri, bizim de arkadaşımız. Yıllardır ne mücadele verdiğini yakından biliyorum. Rakamları sıralayınca aklım durdu. Yılda 350 bin ton atık yağdan bahsediyor. Kaynaklar kirletildiği için “Yakında içme suyu dahi bulamayacağız” diyor.
En önemlisi 2008’de çıkarılan kanuna rağmen belediyeler toplama konusunda üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiyorlar. Atık yağ; Tarım, Sağlık, Çevre, Enerji gibi bakanlıkların da konusu fakat faaliyetleri yeterli değil.
Recep Akdağ, sigara ile mücadelesinin, Taner Yıldız, petrol heyecanının, Erdoğan Albayrak TOKİ çabasının, Mehdi Eker de yağlı tohuma harcadığı mesainin onda birini bu konuya ayırsa bir petrol damarı bulmuş kadar kaynak elde edebiliriz.       

21 Kasım 2012 Çarşamba

Trafik terörü!

Trafik terörü!

Ahmet Tezcan / Gel de yazma 21 Kasım 2012
Şehirde yaşayıp da trafikle başı derde girmemiş bir kimse yoktur diye
düşünüyorum. Kıyamete kadar bu işin çözüleceğini de sanmıyorum.
Öyleyse uğraşmanın manası yok diye oturacak değiliz elbet. Mutlaka
birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor.
Cezaların yükseltilerek bu problemin çözülebileceğini söyleyenler var.
Hayır, çözülemez..
Temelinde insanın olduğu her meselede olduğu gibi trafik de daima
hayatımızda tartışma konumuz olmaya devam edecektir.
İhsan Memiş, Ankara’da Karayolu Trafik ve Yol Güvenliği Araştırma
Derneği’nin başkanı, ömrünü trafiğe adamış. Bu kez “Trafik Mağdurları Anma
Günü” dolayısıyla uyarıyor, diyor ki:
Trafik de bir çeşit terördür ve Türkiye, dünyadaki ilk 10 ülke
arasında trafik teröründe 3. sırada yer almaktadır.
Terörlerden terör beğen, her türlü terör nedense bizi buluyor!
Peki, trafik teröründen bahsediliyorsa terörist kim?
Bunu da herkesin kendisine sorması lazım..
Başkan Memiş bir şeye daha işaret ediyor: Mevcut trafik kanunu ve ağır
işleyen bürokrasi..
Bu yüzden çözümsüzlükle karşı karşıyayız. Her yedi kişiden biri trafik
mağduru ve her yıl mağdur sayımız azalmıyor artıyor. (Mağdurlardan biri de
benim. Her hafta bir ekip geliyor, kapı önündeki arabama “kaldırım işgalinden”
bir ceza yapıştırıp gidiyor. Arabanı başka yere koy derseniz koyamıyorum çünkü
apartmanın her yanı Rent a Car otolarının işgali altında. Melih Başkan’a
sorarsanız bunların hepsi gelecek yıl şehir dışına çıkarılacak.)
Trafikteki problemi İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin yahut bürokratları
bilmiyor mu? Elbette biliyor, ancak onların da açmazları var.
Velhasıl “Terör” demek için trafikte hayatını kaybedenin “şehit” gibi
muamele görmesi, yani “adam” değeri taşıması ve mücadelenin de dağdaki kadar
ciddiye alınması gerekiyor.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Sözün özü!

Sözün özü

Ahmet Tezcan/Gel de yazma 14 Kasım 2012
“Gerçeğin mayası gözle görünmez” demiş Exupery, yürekle baktığınız
zaman ancak gerçeği görebileceğimizi söylemiş.
Göz işte, gördüğü yere kadar gösterebiliyor!
Görmek için asıl duymak gerekiyor o da kulakla değil, yine yürekle. O hem
duyar hem görür ve her hassa oraya bağlı hareket eder. Onun için bir adama
“yüreksiz” denildiği vakit yalnızca “cesaretsiz” demiş olmuyor, ona her şeyi
söylemiş oluyorsunuz.
“Gerçek ve Görüntü” hakkında söylenmiş yüzlerce söz var belki.

****

Hugo mesela, herkesin insanlığı değiştirmeye çalıştığını ama hiç kimsenin
önce kendisini değiştirmeyi düşünmediğini söylüyor.
Bu da bir başka gerçeğin ta kendisi, üzerine söylenecek tek laf yok.
Laf diyorum çünkü bizimkisi hep laf..
Ama bunlar söz, hem de özlü söz.. Hayatın imbiğinden geçmiş derler ya
öyle..

****

Tahran’da Bab-ı Ali diye bir yer vardı. Adına bakıp bizdeki “Babıali”
çağrışımıyla basınla ilgili sanılmasın, canlı müzik eşliğinde ailece yemek yenilen
“müzikhol” gibi bir mekan burası. Fakat bir farkı var, arada Mevlâna’dan,
Hayyam’dan rübailer söylenen bir yer.. Farisi diliyle terennüm edilen muhteşem
mısralar rebab, ud, def, daire eşliğinde icra ediliyor.
Orada bir sühan yani söz ustası, “ilk sahibinden selamla” diye başlıyordu
söze. Söz’den söz ederken ilk sahibi anılmadan geçilmez. Biz de ondan bir sözle
kapatalım:
Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız muhakkak üstün olan
sizsiniz.

7 Kasım 2012 Çarşamba

“Bu ülke” ve o ülke!



Gel de yazma
Sabah Ankara bir şehir gazetesi, şehir demek medeniyet demektir..
Bu paralelde şehir gazetesi de; medeniyete dair mevzuların işlendiği
toplumsal bir iletişim organıdır. Aykırılıkları yerecek, uygunlukları öveceğiz, bize
düşen bu..
Şehirde yaşıyorsan davranışlarını törpülemek, medeniyetle bağdaşır bir hal
geliştirmek durumundasın, sana düşen de bu. Dağ başıymış gibi Kızılay
Meydanında bir ağacın dibine tüküremezsin mesela..
****

Bazı şeyler var ki insanı çok düşündürüyor. Düşündürmekle kalmıyor bazen
yere baktırıyor..
Neden mi söz ediyorum, şu Amerikan seçimlerinden..
Amerikalıların kimi tercih etmiş oldukları değil, seçimden sonraki tavır ve
davranışlarıdır beni düşündüren..
Romney denen adam seçimi kaybetti, kaybetti ama kalktı dedi ki:
“Ben ülkeme inanıyorum, inanıyor ve güveniyorum. Hükümete de
teşekkür ediyorum, bize böyle bir seçim süreci yaşattığı için..”
Romney’nin söylediği bu sözlerin özeti olan cümleyi de salonun alnına
kocaman yazmışlar:
Believe in America..
Bunun bir TAKIM işi olduğunu vurgulayarak, her bireyi ve aileyi de yükseltip
yücelterek başarıyorlar.

****

Seçilen başkan Obama da bu çizgiden şaşmıyor, her fırsatta ülkesine,
insanlarına olan güvenini ve inancını kuvvetle ifade ediyor. “Benim ülkem,
bizim ülkemiz, insanlarımız” gibi; kuşatan, kucaklayan, saran, büyüten,
yücelten ifadelerden başka söz dökülmüyor ağızlarından.
En azından yönetici konumdaki adamların, ülkesini ve insanını aşağılayan,
zayıflatan, küçülten galiz sözlere yer vermediklerine şahit oluyoruz.
Adamlar, IRK-RENK gibi mülahazaları aşıp BÜYÜK olmuşlar. “Devlet
adamı” kimliği taşıyan ve topluma “rol-model” olanların söz ve davranışlarına
da bu büyüklük böyle yansıyor.
Bizdeki konuşmalarda ise aynı konumda olanların “bu ülke” diyerek
Türkiye’den bahsetmelerine de kahroluyorum.
Yanlışsam Meclis’teki Dışişleri bütçesi görüşme tutanaklarına bakın farkı
anlarsınız.